Deniz Baykal’a kurulan komplonun siyasi sonuçları üzerinde yazmak için bolca zamanımız olacak.
Ben şimdilik, şu seks tuzakları üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.
Siyasetçilere kurulan seks komplolarını boşa çıkarmanın tek yolu var: Etkisiz kılmak… Etkisiz kılmanın yolu ise -duruma göre- “sana ne” ya da “bana ne” deyip yürüyüp gitmek. Komplocuyu elinde tuzağıyla öylece orta yerde bırakıp yoluna devam etmek…
Bu tür kasetlerin gazetelerde haber yapılmasını önlemenin bir yolu yok. Yazılı ve görsel basın ağızbirliği edip hiç söz etmese de, internet basını var; çünkü başkalarının özel hayatını dikizlemeye meraklı bir kamuoyu var. Bu sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyle… Dolayısıyla, bu merak oldukça bu tür skandalların haber olması da kaçınılmaz.
Ama siyasetçinin istifasıyla sonuçlanması kaçınılmaz değil.
Düşünün ki, kaseti yapanlar sonuçta siyasetçinin siyasi hayatını bitirmeyi başaramamış. Yani siyasetçi istifa etmemiş ve komplocu hiçbir şey elde edememiş.
Bu tutum, tıpkı rehine alan teröristin taleplerinin asla kabul edilmemesi gibi bir ilke haline getirilirse bu iğrenç suça kalkışılmasının da önüne geçilemez mi?
Ben bu bakımdan Baykal’ın istifa etmemesini, eğer söyleyecek bir şeyleri varsa bunları eşine, ailesine anlatmasını, verecek bir hesabı çekecek bir cezası varsa bu cezayı evinde çekmesini ama partisindeki görevinin başında kalmasını tercih ederdim.
“İyi ama siyasetçinin böyle bir olaydan sonra istifa etmemesi mümkün mü; partisi ve seçmeni nezdinde güvenilirliğini kaybeden bir siyasetçi nasıl olur da görevine devam edebilir” denilecektir.
Doğrusu bu konuda topluca bir riyakârlık içinde olduğumuzu; üstelik çifte standart uyguladığımızı düşünüyorum.
Çifte standart dediğim şudur: Hangimiz, doktorumuzun eşine ihanet ettiğini öğrenince ona karşı olan güvenimizi kaybediyor ve doktor değiştiriyor; aynı şeyi yapan bakkalımızla alışverişi kesiyor ya da apartman yöneticimizi değiştiriyoruz?
Hiçbirimiz…
Böyle durumlarda suçun bize karşı değil, eşe karşı işlendiğini; ihanet eden kişinin bizimle olan ilişkisini etkileyecek bir durum olmadığını düşünüyorsak, aynı şeyi neden politikacı için düşünemiyoruz? İhanet doktorumuzun işini iyi yapmasına engel olmuyorsa politikacının işini iyi yapmasına neden engel olsun?
Kamuoyuna mal olmuş kişilerin durumunun farklı olduğu, onların özel hayatlarını düzgün tutmak zorunda oldukları söyleniyor ki işte bu noktada yukarıda sözünü ettiğim “toplu riyakârlık” meselesine geliyoruz.
Zira yukarıdaki bu “masum” cümlenin dobraca ifadesi şudur: Toplum olarak ihanete batmış olsak da, her iki erkekten biri karısını aldatsa da, toplumun vitrinini temiz tutmalıyız! Böyle şeyler olmuyormuş gibi davranmaya, görmemeye, duymamaya devam edebilmeliyiz. Biraz önce metresinin koynundan çıkıp mahalle kahvesine giden erkeklerin bile, “aile değerleri” üzerine ahkâm kesebildiği bu riyakâr düzeni bozmamalıyız!
Evet, biz aslında ihanete değil, ihanetin vitrine çıkmasına bozuluyoruz. Ve bizim bu vitrin fetişizmimiz seks tuzaklarının yuvalandığı, beslendiği sapık atmosferi oluşturuyor.
Toplumun erdemli imajını koruma yükünü vitrindekilerin sırtına yıktık mı, geri kalanların yalan ve riya ile iç içe yaşamasında bir sakınca görmüyoruz.
Bugün, 12.05.2010