Demokrasi yarışmacı siyaset demektir. Siyaset her sistemde vardır, ama açık, alenî, genel, soyut, kimi nasıl etkileyeceği önceden bilinmeyen kurallara bağlı yarışmacı siyaset sadece demokraside mevcut. Yarışma partiler arasında cereyan eder. Yarışmacılar teorik olarak eşit şartlar altında yarışa katılır. Her yarışta olduğu gibi en iyi dereceyi yapan kazanır. Seçimlerde dereceler alınan oyların mutlak miktarına ve oranına bağlıdır. Yani bir taraftan her partinin aldığı oy sayısı diğer taraftan bu oyların rakiplerin aldığı oylara oranı her partinin yarıştan hangi sonuçla çıktığını belirler.
Demokratik seçimler bir seçim sistemini gerektirir. Seçim sistemi özü itibarıyla alınan oyların temsilciliklere tahvilini gerçekleştirmede kullanılan matematiksel bir formüldür. İki ana seçim sistemi vardır: Çoğunluk sistemi ve nispî temsil sistemi. Ancak, bu iki ana sistemin karışımıyla ve onlara eklenen ilâve araçlarla çok sayıda seçim sistemi geliştirilebilir. Seçim sistemleri ilgili ülkenin tarihine, tecrübesine, ihtiyaçlarına, siyasal kültürüne ve siyasette ağırlıklı güçlerin tercihine bağlı olarak şekillenir.
Siyaset bilimciler ve anayasacılar seçim sisteminde iki temel özellik arar. Temsilde adâlet ve yönetimde istikrar. Bunların ikisi de önemlidir, dikkatle gözetilmeleri icap eder, ama biri diğerine dışlayıcı şekilde tercih edilemez. Bir başka deyişle, bunlar birbirlerinin yerini alamaz. Her ikisinin de “iyi” bir seçim sisteminde yer alması istenir. Sistemdeki ağırlık oranları da yine yukarda sayılan faktörlere bağlı olarak ortaya çıkar.
Temsilde adâlet, ülkedeki belli başlı siyasî akımların parlamentoda temsil edilebilmesi anlamına gelir. Demokrasilerdeki en önemli –hadi söyleyeyim, yargıdan da önemli- kurum parlamentodur. İdeal bir parlamentonun toplumdaki tüm grupları ve çizgileri içinde olabildiğince yansıtması beklenir. Bunun anlamı şudur: Her kesim, her görüş parlamentoda temsilci bulundurabilmelidir. Bu sayede bu temsilciler kendilerinin ve temsil ettiklerinin görüşlerini, düşüncelerini, menfaat arayışlarını, taleplerini dile getirebilir. Bunun sayısız yararları vardır. Ama, yararları bir tarafa, her belirgin görüşün mecliste yansıması bir ilke meselesi olarak da savunulmalıdır. Ne var ki, mükemmel bir temsil -söz gelimi, her yüzde birin parlamentoda yüzde bir olarak temsili- seçim sistemlerinin diğer ilkesi olan yönetimde istikrara zarar verebilir.
Demokraside seçimler birer şenliktir ama şenlik olmaları için yapılmazlar. Sonuç üretmeleri gerekir. Parlamenter sistemden bahsediyorsak, bunun manası, seçimlerin içinden hükümet çıkarma potansiyeline sahip parlamentolar oluşturmasıdır. Hükümetler tek parti hükümetleri veya birden fazla partiden müteşekkil koalisyon hükümetleri olabilir. Aşırı parçalı bir parlamentoda hükümet kurmak zorlaşır, bazen imkânsız hâle gelir. Aşırı sayıda parti arasında iktidar paylaşımı da hükümet etmenin gerektirdiği kararların alınması ve adımların atılması da zordur. Ayrıca, toplum koalisyon hükümetlerinden başka zararlar görebilir. Örneğin, sorumluluğun kimde olduğunu, kimin neyin sorumluğunu taşıdığını teşhis edemez. Koalisyon ortağı partiler de anonimliğin arkasına sığınıp sorumluluktan ve seçim zamanı hesap vermekten kaçınmaya çalışabilir. Diğer taraftan, parlamentoda aşırı güçlü tek parti hükümetlerin uzun süre birbirini izlemesi de bazı sakıncalar yaratabilir. Bu yüzden, seçim sistemini belirlerken birçok noktaya dikkat etmek şarttır.
Kuşku yok ki, hangi seçim sisteminin benimseneceği tamamen siyasî bir konudur. Parlamento bu konudaki tek yetkilidir. Bazen yargısal aktivizmin pençesine düşmüş anayasa yargısı siyasetten rol çalıp doğrudan veya dolaylı olarak seçim sisteminin belirleyicisi olmaya kalkabilir. Bu elbette yanıştır. Cari seçim sisteminin meziyetleri ve kusurları bu tartışmada dikkate alınması gereken doneler değildir, ayrı bir tartışma konusudur. Yargı zaten anayasanın ve parlamentonun çıkardığı kanunların çizdiği çerçevede hareket etmek zorundadır. Bunun dışına çıkması büyük zararlar yaratır. AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın mahkemede görülmekte olan ve seçim sistemiyle doğrudan da değil dolaylı olarak ilgili bir konu hakkında sarf ettiği sonradan düzeltilen sözleri en azından Kılıç’ta bu doğrultuda bir eğilim olduğu izlenimini verdi. Kılıç’ın son aylarda konuşmalarıyla ve beyanatlarıyla takip ettiği çizgi de bunun bir hayal olmadığını düşünmeye itmekte bizi. Ancak, AYM’nin parlamentonun yetkilerini kullanıp seçim sisteminde kökten değişiklik yapacak kararlara imza atması demokrasiye önemli bir darbe indirecektir. AYM parlamentoyu aşmış ve adeta hüküm koymuş olacaktır. Böyle bir karar AYM’nin itibarına da darbe indirecektir. Umuyorum ki AYM böyle bir hataya düşmez. Ve umuyorum ki Hükümet ve Meclis demokrasimizi örseleyen ve bana göre artık sürdürülemez hâle gelen %10’luk eçim barajını makul bir seviyeye -meselâ %5’e- çekmek için harekete geçer.
06.12.2014, Yeni Şafak