Sandıkta kendi kendinize kaldığınızda

Yıl 1973…
12 Mart darbesinin üzerinden iki yıl geçmiş. Hapishaneler ağzına kadar dolu. Neredeyse bütün solcular içeride. Ama aynı zamanda, 12 Mart rejimi açısından “geri sayım” da başlamış. Darbeyle uzlaşmayan ilkeli tutumuyla bütün demokratların saygısını kazanan Ecevit CHP’nin başında… 14 Ekim’de seçim olacak. Ve bu seçimin “faşizmden çıkış” seçimi olması bekleniyor. Kamuoyunun iki yıldır süren suskunluğunun yerini itiraz sesleri almaya başlamış. Yeni Ortam Gazetesi bu itirazın, faşist rejime karşı uç veren muhalefetin sözcülüğünü yapıyor.

Tutuklu aileleri (özellikle de anneler) Türkiye’nin görüp göreceği en etkili sivil toplum hareketi olmuş, arı gibi çalışıyorlar. Kurdukları heyetlerle yorulmak bilmeden, yurtiçi ve yurtdışı temaslar yapıyor; bütün etkili siyasetçilerle, gazetecilerle tek tek görüşüyor; Meclis koridorlarından, basın bürolarından ayrılmıyorlar. Cumhuriyetin 50. yılında bir genel af çıkarmaya çalışıyorlar.

CHP, “Ak Günlere” sloganıyla giriyor seçime. Seçim bildirgesinin başına askıya alınan demokrasinin yeniden işler hale getirilmesini koymuş. 12 Martçılar’ın yaptıkları anayasa değişikliklerini geri almayı, demokrasiyi geri getirmeyi, 50. yıl affını çıkartıp hapishaneleri boşaltmayı vadediyor.

Türkiye’de faşizme karşı herkes CHP’nin etrafında toplanmış; onun seçim kazanması için uğraşıyor.

Bir tek biz, yani hapishanedeki “hakiki solcular” hariç…

Bizim grup seçimleri boykot kararı almışız. Daha doğrusu, Mamak’taki şefler böyle bir karar alıp bize, Dışkapı’daki kadın tutuklulara da iletmiş.

Sebep? Çünkü CHP burjuvazinin “yedek lastiği” imiş. Burjuvazi, yani Koçlar, Sabancılar ve onların ağababası olan emperyalistler, Türkiye’deki devrimci hareketi bastırmak için önce darbe yapıp burjuvazinin faşist kanadını iktidara getirmişler ama bu sökmeyince şimdi de reformcu kanadını iktidara getirerek işçi sınıfı iktidarını engellemeye çalışıyorlarmış! Bu bir halkı uyutma operasyonuymuş, oyuna gelinmemeliymiş! İşte bu yüzden bizler seçimleri boykot ederek bu oyunu deşifre etmeliymişiz.

Böyle abuk sabuk şeyler…

“Karar” iletildiğinde Dışkapı’daki bizlerin halini bugün gibi hatırlıyorum. Bu akla ziyan boykot kararını içine sindiren tek bir kişi bile olduğunu sanmıyorum. Ama hiç kimse burnundan kıl aldırmıyor, birbirine bir şey söylemiyordu.

Sanırım, o anda bizi en fazla zorlayan şey; bu kararımızı ailelerimize nasıl söyleyeceğimizdi. Onlar dışarıda bizi çıkarmak için; CHP’nin seçim kazanması için varını yoğuna katmış çalışırken, biz görüş günü karşılarına geçip “biz seçimi boykot ediyoruz çünkü CHP burjuvazinin yedek lastiği” mi diyecektik?

Ama dedik… Zor da gelse, bizim aklımızı kaçırdığımıza hükmetseler de dedik…

Hem dedik, hem de -eminim ki hepimiz içimizden- CHP’nin kazanması için dua ettik.

Allah’tan bizim boykotumuz etkili olmadı da CHP yüzde 33’le seçimi kazandı. Tek başına iktidar olamadı ama koalisyon ortağı olarak 50. yıl affını çıkardı ve 14 Ekim 1973 seçimi 12 Mart faşizminin “sonunun başlangıcı” olarak siyasi tarihimize yazıldı.

Bilmem inanır mısınız; ben daha sonraki yıllar boyunca -“döneklik” yıllarımdan söz etmiyorum; solculuğa devam ettiğim yılları kastediyorum- bu boykot kararına itiraz etmeyişimden utandım. Siyaseten bu kadar yanlış ve gerekçesi de bu kadar saçma sapan bir kararı kendi kararımmış gibi savunmuş olmaktan hicap duydum. Hatırladığım kadarıyla, bizim grupta hiç kimse de daha sonraki yıllarda bu boykot kararı üzerine konuşmadı. Örgüt dahil herkes bu olayı unutma, hiç olmamış gibi davranma yoluna gitti.

Bütün bunları neden yazıyorum?

Bütün bunları, ideolojik saplantıların insanları ne hale getirebileceğini; aklı, iz’anı, sağduyuyu nasıl yok edebileceğini; dışa kapalı örgütlerin, kendi mensuplarını fikri hür insanların son derece doğal ve sade bir biçimde görebilecekleri doğrulara karşı nasıl körleştirebileceğini anlatmak için yazıyorum.

“Hayır”cı solcuların 12 Eylül günü sandıkta kendi kendilerine kaldıklarında yaklaşık kırk yıl önce bizim yaşadıklarımızı hatırlamaları ve gelecekte utanacakları bir tutum almamaları için yazıyorum.

Onlara söyleyeceğim tek şey; sade düşünmeleri ve içlerinden gelen sesi dinlemeleridir. Bugün ortaya atılan ve bizim “yedek lastik” hikâyesi kadar zırva olan hayır gerekçelerine hâlâ inanıyorlarsa söyleyecek bir şey yok.

Ama içlerinden bir ses “saçmalama” diyorsa; bu ses sağduyunun sesidir; kulak vermelerini tavsiye ederim.

Bugün, 08.09.2010

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et