Sandığın gücü sandığımızdan fazla olabilir

Türkiye’de çok partili hayatın başlamasının üzerinden altmış beş yıl geçti. Bu süre içinde demokrasi büyük badireler atlattı. Bize reva görülen şey, adına vesayetçi demokrasi denilen sınırlı bir modeldi. Görünürde yöneticileri halk seçecek fakat seçilmişler, otoriteyi sınırlı bir şekilde kullanabileceklerdi. Memleketin idaresinde önemli ve nihai kararları seçilmişler değil meşruiyetini nereden aldığı belli olmayan seçkinler/elitler verecekti.

Cumhuriyet elitleri, bu sınırlı demokratik modelin gerekçesini uzunca yıllar hiç çekinmeden söylediler. Onlara göre “Türk(iye) toplumu ileri bir demokrasiye hazır değildi. Toplum bireyselleşememiş; kendisi ile ilgili doğru kararlar alabilecek kadar olgunlaşamamış ve aydınlanmamıştı.” Bu argümanı, genellikle iyi eğitim aldığı (!) kabul edilen insanlar arasında hala duymaya devam edebilirsiniz.

Geçmişe nazaran bu iddia gücünü büyük oranda kaybetti. Gelişen demokratik kültür, siyasetçilerin bu tür söylemlerle zayıflatılmasının ve itibarsızlaştırılmasının önüne geçti. Sandık gitgide güçleniyor ve ona olan saygı artıyor. Seçmen, sandıktan çıkana rıza göstermesini biliyor. Bir ülkede siyasi kültürün gelişmiş olmasının açık göstergesi tam da sandığa verilen değerden geçiyor. Türkiye seçmeni, yöneticilerin sandıkla belirlendiğini; iyi ya da kötü, beğenelim ya da beğenmeyelim sandıktan çıkana saygı göstermenin oyunun kuralı olduğunu benimsemiş durumda. Kasetler yayınlamak, sokakları alevlendirmek, beddualar etmek, seçilmişlere diktatör yaftası vurmak, yabancılara siyasetçileri şikâyet etmek, gazetelerde yalan haberler yayınlamak artık iktidar belirleme yolları olmaktan çıktı. Muhalefet etmenin en etkili yolu, hükümetlerin başarısızlıklarını ve yolsuzluklarını ortaya çıkarmak, seçmene proje sunmak ve mevcut iktidarlardan daha iyi hizmet vadetmektir.

Serbest ve düzenli seçimler olmasaydı, karşımızda bir defa iktidara gelmiş ve asla gitmeye niyeti olmayan bir iktidar olsaydı biz bireylerin zalimlere karşı direnme hakkı doğar ve menfi gördüğümüz propagandalar bile maruz görülebilirdi. Türkiye, birilerinin iddia ettiğinin aksine bu tür otoriterleşme eğilimlerinden çok uzak. Üç gün sonra yapılacak olan seçimler bunun açık göstergesi. Çünkü demokrasinin koruyucusu, siyasi kültürü benimsemiş halk kitleleridir. Elbette bu, birkaç rütbeli asker ile bazı işadamı, gazeteci ve sözde sivil toplum üyesinin bir araya gelip açık ya da gizli darbe planlamaktan vazgeçtikleri ya da bazı siyasetçilerin sandıktan çıkmayan iktidarı başka yerlerden beklemedikleri anlamına gelmez. Popper’in sözünü asla unutmamak gerekir: “Demokrasiyi korumanın yolu anti-demokratik yollar değildir; uyanık olmak daha fazla işe yarar.”

7 Haziran seçimleri, 2019’a kadar ülkeyi kimin yöneteceğini belirleyecek. Her ne kadar sandık, ülkeyi yönetecek parlamentoyu belirleyecek olsa da siyaset sadece dört yılda bir yapılan seçimlerden ibaret değil. Seçilen hükümetlerin sorumlulukları var ve bunları yerine getirmediklerinde eleştirilecekler ve oy kaybedecekler. Seçmenlerin de sorumlulukları var ve bunları yerine getirmediklerinde demokrasi kültürü zarar görecek ve bununla da kalmayacak verimli olmayan anlamsız tartışmalarla meşgul olurken ülke sorunları çözülemeden kalacak.

Hem siyasetçilerin hem de seçmenlerin ortak sorumluluğu, Türkiye’de doğruculuk ve çoğunluktan ziyade çoğulculuk kültürünün geliştirilmesi. Bilim doğrunun eşindedir ama siyaset değil: uzlaşma ve barışın peşinde. Bunun için hükümetler, bürokraside çeşitliliğe önem vermeli ve kamu pozisyonları herkese eşit olarak açık olmalıdır. Bu, hem iktidarlara karşı sempatiyi artırır hem de bürokraside oto-kontrol yollarının açılmasını sağlar. Diğer taraftan kamunun, çoğulculuk gereği bazı sorumluluklarını sivil inisiyatiflere devretmesi elzemdir. Milli Eğitim sorumluluklarını sivil toplumla paylaşmaya başlamalıdır. Okulların özelleştirilmesinde Türkiye çok geride kalmıştır. Özellikle üniversiteler, kamu kuruluşu olsunlar ya da olmasınlar kendi finansal kaynaklarını oluşturmanın yolunu aramaya başlamalıdır. Mevzuatlar buna izin vermiyor ve gelecek hükümetin bu konuda kararlı adımlar atarak durumu düzeltmesi gerekir.

Seçmenlerin üzerine düşen temel sorumluluk da sandıktan kim çıkarsa çıksın saygı göstermektir. Elbette üzülmek, sinirlenmek insani duygular ama sandığı hor görmek, ona saygı göstermemek de siyasi ahlâkın eksikliğinden başka bir şey değil. Seçimlerin memlekete hayırlı olmasını diliyorum.

04.06.2015, Yeni Söz

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et