“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.” Hikâye böyle başlıyor. Eski Ahit’in Tekvin (Yaratılış) kısmı, bu sahne ile açılıyor.
Sonrasında Tanrı sırasıyla suyu, bitkileri, hayvanları ve Âdem’i yaratıyor. Âdem’i yarattıktan sonra onun için bir de “eş” bulmak istiyor. Bütün yaratılanları gösteriyor Âdem’e fakat Âdem eşini bulamıyor. Tanrı Âdem’e bir uyku veriyor. Sonrasını yine Eski Ahit’ten okuyalım: Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘Kadın’ denilecek, Çünkü o adamdan alındı. Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.”
Kutsal kitaplar her dönemde onları anlatan bir “elçi” ile bilindi. Peygamberler, Tanrı’nın buyruklarını insanlara taşıdı ve onu anlaşılır kıldı. Sanatçılar ise bu hikâyeyi estetikleştirdi, “görünür” kıldı. Başta alıntıladığım, “Yaratılış”, “Âdem ve Havva”nın hikâyesi gibi temel anlatıların en meşhur tasvirleri, Vatikan’daki Sistin Şapeli tavanında, Michelangelo’nun elinden çıkan fresklerdir. Sonrasında aynı sahneler farklı sanatçılarca defalarca resmedildi.
Tabii hikâye bitmedi. Yeryüzünde ilk cinayet “kız meselesi” yüzünden işlendi. Aslında onun da öncesinde, ilk günahın azmettiricisi de bir kadındı. Kadın, cazibesiyle her daim ölümcül bir çekiciliğe sahip yaratık oldu.
Gözümüzün İçine Bakan Kadınlar
24 yaşındaki güzel dul Judith, Asurluların kuşatması altındaki şehirlerini kurtarmak için, kendini tehlikeye attı. Kuşatmanın generali Holofernes’in dikkatini çekip, onu etkiledi ve bir âlem sonrasında sarhoş olan Holofernes’in kafasını kesti. Bu hikâyeyi tasvir eden Caravaggio’nun tablosunda Judith’in yüzünde Holofernes’e karşı bir iğrenme vardır, fakat her ne kadar yaptığı “erdemli” bir davranış olsa da, aynı zamanda sonuçta bir günah işlemenin tereddüttü vardır; her manasıyla bir kendini feda etme söz konusudur. Bu nedenle güzel Yahudi dulu Judith kahraman bir kadındır. Judith’in hikâyesi genelde bu üslupla birçok sanatçı tarafından tasvir edildi.
Sanatçılar her dönemde toplumun genel yargılarının kıyısında dolaştılar, çoğunlukla da sınırları ihlal ettiler. Fakat zaman içinde sanat da kendi içinde bir tabular ülkesi oluşturdu. Bu tabuların da dar geldiği dönemler sanatın kırılma anları olarak tarihe geçti. Viyanalı sanatçı Gustav Klimt, çağdaşı Kokoschka ve Schiele ile sanatın onlara çizdiği sınırları ihlal etti. Dönemlerinin estetik anlayışlarına muhalefet ettiler ve bu üçlünün çizdiği “kadın” figürleri şimdi bile cesaret isteyen işler olarak sanat tarihinde yerini aldı. Klimt, Judith’i de çizdi, fakat kendi üslubunca…
Klimt’in Judith’i çok güzel bir kadındır. Güzel gözleri baygın, bakışı buğulu, dudakları hafif aralı ve yüzünde “doyuma ulaşmış” bir ifade vardır. Sol kolunun altında tuttuğu Holofernes’in kafasıyla verdiği pozda hiçbir tereddüt ve pişmanlık yoktur, işlediği günahın farkında ve bundan zevk alan bir kadındır. Klimt, tarihte kadına doğası hilafına biçilen rolün içindeki “riyakâr” üslubu kırdı. “Kendini feda eden” ve “kadınlık” algısından uzaklaştırılarak tasvir edilen “kahraman” Judith’i bir “femme fatale” olarak çizdi.
İnsanlığın Büyük Hikâyesi
Geçen hafta Viyana’da Belvedere Sarayı’nı gezdim. Sarayda sergilenen Klimt’in eserlerinin hepsi çok etkileyici, fakat Judith ile göz göze gelince resmen “büyülendim” ve Judith’in peşine düşmekten kendimi alamadım. “Femme fatale”in bundan daha iyi bir tanımı olamazdı herhalde…
Sanat bize, başından beri “insanlığın büyük hikâyesi”ni, yani bizi anlatır. Bizim hikâyemiz, tüm çelişkileri, tüm zaafları ve tüm çekiciliğiyle…
Yeni Yüzyıl, 08.01.2016
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/sanat-bize-ne-anlatir-833