Said Nursi, yaklaşık bir asır önce (1909) İslam Âlemi’nin içine girmiş olduğu bugünküne benzer buhranlı durumdan çıkış yollarını Şam Emevi Camiinde vermiş olduğu hutbe ile göstermişti.
Bu hutbe, 6000 sayfayı geçen Risale-i Nur külliyatı içerisinde “Hutbe-i Şam’iye” ismiyle yer almaktadır.
Said Nursi, Şam ulemasının ve yaklaşık on bin kişinin dinlediği o hutbede İslam âleminin maddî, manevî çöküşünün ve geri kalmışlığının sebeplerini ve de çözüm yollarını altı maddede toplamıştır.
Said Nursi, yüz yıl önce sorunların nedenlerini çok iyi teşhis edip, çarelerini de gösterirken; yüz yıl sonra, bizlerin hâlâ, o “Ortaçağ”da çakılı kalmamızın dinamiklerine de işaret etmiş. Bir arpa boyu yol almamışız ki, aynı yerdeyiz.
Hutbeden kısa bir özeti sadeleştirerek vermeye ve ara ara da yorumlar katmaya çalıştım. Yanlışlarım ve eksik bıraktıklarım olduysa konuya hâkim dostların düzeltmelerini beklerim.
İslam Âleminin Geri Kalmışlığının 6 Hastalığı (Sorun) ve Tedavi Yolları:
Birinci hastalık (sorun): Karamsarlığın, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesidir.
“Bizden adam olmaz, biz yapamayız, biz bir şeyi başaramayız…” türünden söylemler dillerimize pelesenk olmuştur. Batı medeniyetiyle aramızda binlerce yıl olması bizi ciddi bir ezikliğe itmiştir. Oysa Said Nursi Peygamber mucizelerine dikkat çekerek; bunların insanlık için birer model olduğunu, çalışılarak, üretilerek ilmin ve teknolojinin geliştirilebileceğini iddia etmektedir. Örneğin;
“Kur’an-Kerim’de “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz (Yûsuf 87) diye buyrulur. Kur’an, mucizeleriyle bizleri teşvik ederek diyor ki: “Haydi (ümitsizliği bırakıp) çalışın, Süleyman Aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! Hz. İsa gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hazret-i Musa’nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı (hayat suyu) çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim Aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi doğu ve batı en uzak sesleri işit, resimlerini, yüzlerini gör! Davud Aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün san’atına medar olmak için demiri balmumu gibi yap! Yusuf Aleyhisselâm ve Nuh Aleyhisselâm’ın birer mucizesi olan saat ve gemiden yap”.
Eğer bu hususlara yüz yıl önce Üstad’ın işaret ettiği zaman başlayabilse idik, belki de bugünün en gelişmiş, medenî ülkesi biz olacaktık. Bizler, geçmişteki atalarımızın yaptığı bazı yeniliklerle avunuyoruz. Veya Hristiyan ve Yahudi bilim insanlarının keşfettiği her bilimsel olayın aslında Kuran’da var olduğunu iddia edip “büyüklük taslıyoruz”…
İkinci hastalık (sorun): Doğruluğun ve dürüstlüğün sosyal ve siyasî hayatta ölmesidir.
“Doğruluk (Sıdk) İslâmiyetin en sağlam temelidir ve Yaradılışın yüksek ahlâkî bağı ve bağlantısıdır ve yüksek hissiyatımızın mizacıdır. Öyle ise, sosyal ve siyasal hayatımızın esası olan doğruluktur. Doğruluğu içimizde canlandırıp onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz. Yegâne kurtuluşumuz doğruluk ve dürüstlüktedir.”
Üçüncü hastalık (sorun): Düşmanlığa – kine olan muhabbettir.
“Muhabbet, kardeşlik, sevmek İslâmiyet’in mizacıdır, en sağlam bağıdır. Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve Düşmanlığa (husumete) en lâyık sıfat düşmanlıktır.”
Bugünkü İslam âlemine baktığımızda muhabbetin M si dahi yok gibi, Müslümanlar birbirini kafirlikle suçlayıp, Allahu Ekber diyerek kesmektedir.
Dördüncü hastalık (sorun): İman sahiplerini birbirine bağlayan nuranî bağları (rabıtaları) bilmemektir.
“İslâmiyet milliyetinin” büyük temsilcisi ve kalesi olan Arab ve Türk, hakikî iki kardeş, o kutsal kalenin nöbetçileridirler… İşte bu kutsal milliyetin bağlantısıyla, bütün İslâm âlemi bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin ferdleri gibi İslâm taifeleri de, birbirine İslam kardeşliği ile bağlanır ve alâkadar olur.”
Said Nursi İslamiyeti bir milliyet olarak ele almaktadır. Irkları bu ortak potada birleştirerek, ırkçılık hastalığına karşı önlem almaktadır. Irkların asla ön plana çıkarılmamasını ve inkâr da edilmemesini savunmuştur. Irkların ve dillerin Allah’ın ayetlerinden olduğunu göz ardı etmemiştir. Merkeze İslamî usul ve esasları koymuştur. Bu anlamda İslam enternasyonalistidir…
Beşinci hastalık (sorun): Çeşit çeşit (bulaşıcı) hastalıklar gibi yayılan istibdattır. (diktatörlük-baskılar)
“Yüce Allah ‘Onlar işlerini de aralarında danışarak (istişare) çözerler (Şura 38)” buyurur. Evet, Müslümanların toplum yaşantısında saadetlerinin anahtarı, İslamî esaslara uygun istişare’dir.”
Dünya demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, seçim, istişare derken; İslam ülkelerinin çoğu hâlâ ilkel diktatörlüklerle yönetilmektedir.
Altıncı hastalık (sorun): Şahsî çıkarları için gayret göstermektir.
“Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” Yani kim, milleti için gayret edip çalışırsa, o tek başına bir millettir.
Bazılarımızdaki dikkatsizlikten, nefisperestlikten ve ecnebilerin zararlı huy ve alışkanlıklarını almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimize rağmen; herkes “nefsim, nefsim” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle, şahsî çıkarlarını-düşünmekle, bin insan, bir insan hükmüne iner.”
Said Nursi, sosyal ve siyasal hayatta işlerin mutlaka ehline verilmesini salık vermiştir. Hatta örneklerinde en iyi saat tamircisi Hristiyan bir Ermeniye saatin götürülmesini önermiştir. İşi ehline tevdi etmekle, şahsî çıkar peşinde koşanların önünün alınacağı bir gerçektir. Bugün ülkemiz dahil bir çok İslam ülkelerinde iktidarlar “kendi adamlarına” iş vermektedirler. Muhalifleri çok çok üstün kabiliyet ve liyakatte olsa dahi, bu sistem böyle işliyor. Binaenaleyh, şahsi ve cemaatsel çıkarlar ülke çıkarlarının önüne geçiyor…
İslam coğrafyasının ciddi bir öz eleştiri ve silkelenme sürecine girmesi gerekmektedir. İslam’ın özüne yolculuk yapıp, kabukları bir bir atmalıyız…