Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar kararı ve ikna edici olmayan gerekçe sorunu

Anayasa Mahkemesi’nin Erdem Gül ve Can Dündar başvurusuyla ilgili gerekçeli kararı nihayet Resmi Gazete’de yayımlandı. Kamuoyuna duyurulduğu ilk günden bu yana tartışmaların odağında yer alan bu karar, Mahkeme’nin dayandığı gerekçeler bakımından da bir hayli tartışılacak gibi görünüyor.

Anayasa Mahkemesi’nin Gül ve Dündar başvurusunu öncelikli olarak görüşüp görüşemeyeceği, kararda ceza yargılamasının esasına ilişkin yönlendirici ifadeler kullanıp kullanmadığı, gerekçe açıklanmadan duyurulan kararın sonuç doğurup doğuramayacağı gibi pek çok teknik detay el yordamıyla tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin bu karar yoluyla siyasi bir mesaj verip vermediğine ilişkin değerlendirmeler de bu teknik detaylarla iç içe geçmiş bir şekilde ele alınarak tartışma konusu yapılıyor.

Sondan başlayacak olursak, Mahkeme’nin genel tutumuna ilişkin şu tespitleri yapabiliriz: Anayasa Mahkemesi’nin bu karar yoluyla hükümete savaş ilan ettiğini, siyasi bir mücadeleyi göze aldığını söylemek şu aşamada mümkün değil. Bununla birlikte; Mahkeme’nin zorlama birtakım gerekçelerle denetim sınırlarını aştığını ve bunun siyasi sonuçları olacağını görmemek de mümkün değil. Anayasa Mahkemesi yerel mahkeme tarafından verilen tutukluluk kararının gerekçelerini tartışmaya açarak kendisini temyiz mercii konumuna sokmuş; kamuoyunu ilgilendiren diğer davalarda asıl ikna edilmesi gerekenin kendisi olduğunu net bir biçimde ortaya koymuştur. Bu durum, Paralel Yapıyla mücadeleyi de kapsayan bazı kritik davaların bundan böyle çok daha kırılgan bir zeminde ilerleyeceği anlamına gelmektedir.

Temelsiz eleştiriler

Kararın teknik detaylarına baktığımızda; sonuç itibariyle yanlış bir karar alınmış dahi olsa Mahkeme’ye yönelik eleştirilerden bir kısmının temelsiz olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin iç hukuk yolları tüketilmeden karar verdiği veya kararın gerekçesi yazılmadan işleme konulduğu gerekçesiyle Mahkeme’yi eleştirmek mevcut hukuki duruma göre hatalı bir yaklaşımdır. Zira tutuklama tedbiri nedeniyle bireysel başvuru yapılabilmesi için devam eden yargılama sürecinin tamamlanması gerekmemektedir. Tutuklama tedbirine karşı itiraz süreci tamamlandığında, bu tedbir bakımından başvuru yolları tüketilmiş sayılmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağı yönündeki Anayasa kuralı ise bireysel başvurular yönünden değil, norm denetimi kararları yönünden geçerlidir. Dolayısıyla Gül ve Dündar kararının gerekçesi yazılmadan işleme konulması bakımından da eleştirilecek herhangi bir husus bulunmamaktadır.

Gül ve Dündar tarafından yapılan başvurunun diğer bireysel başvurulara göre daha öncelikli olarak incelenmesi ise hukukidir; ancak yine de izaha muhtaçtır. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 68’inci maddesinde, başvuruların konuları itibarıyla önemini ve aciliyetini göz önünde bulundurarak Mahkeme’nin belirlediği kriterler çerçevesinde farklı bir inceleme sıralaması yapabileceği düzenlemesi yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi Gül ve Dündar kararını bu düzenleme kapsamında öncelikli olarak incelemiş ve 81 gün içinde karara bağlamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularla ilgili ortalama karar verme süresi bir buçuk yıl olduğu halde bu başvurunun neden öncelikli görüşüldüğü karar metninden anlaşılamamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin bundan sonraki bireysel başvuru kararlarında başvuruyu hangi gerekçeyle öncelikli görüştüğünü açıklayıcı bir paragrafla izah etmesi yararlı olacaktır. Aksi takdirde bazı kişi ve grupların Mahkeme tarafından ayrıcalıklı bir konuma yerleştirildiği ve bu nedenle bazı başvuruların daha süratli biçimde sonuçlandırıldığı algısı pekişecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin Gül ve Dündar kararında asıl eleştirilmesi gereken nokta ise Mahkeme’nin yerel mahkeme tarafından verilen tutukluluk kararını ele alırken denetim sınırlarını aşmış olmasıdır. Anayasa Mahkemesi tutukluluk kararına ilişkin değerlendirmeleriyle kendisini temyiz mercii yerine koymuş, yargılama konusu olayları yalnızca belli yönleriyle ele almış ve ikna edici olmayan birtakım gerekçelerle ceza yargılamasını yönlendirme çabası içine girmiştir.

Temyiz mercii değil

Anayasa Mahkemesi temyiz mercii değildir. Yani Mahkeme, Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece, derece mahkemelerinin yargılamaya ilişkin takdir yetkisine müdahale edemez. Anayasa Mahkemesi tutukluluğa ilişkin diğer bireysel başvurularda bu hususu sıklıkla vurgulamış ve kararlarını bu yaklaşım doğrultusunda biçimlendirmiştir. Örneğin Hidayet Karaca kararında Mahkeme, “Anayasaya bariz şekilde aykırı yorum” ve“delillerin takdirinde açıkça keyfilik” halleri dışında derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahale edemeyeceğini ifade etmiştir (Hidayet Karaca –GK– B. No:2015/144, 14/7/2015, § 92).

Gül ve Dündar kararında ise Anayasa Mahkemesi bu temel ilkeyi uygulayarak tutukluluk halinin hak ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiştir. Yani Anayasa Mahkemesi’ne göre Gül ve Dündar hakkında verilen tutuklama kararı, “Anayasaya bariz şekilde aykırı yorum”ve“delillerin takdirinde açıkça keyfilik” halleri nedeniyle hakkın ihlali anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesi bu iddiasını temel olarak şu gerekçeye dayandırmaktadır: “…kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan bir olaya ilişkin benzer haberlerin aylar önce yayımlanmış olduğu gözetilmeksizin, başvuru konusu haberler hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının neden ‘gerekli’ olduğu, somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır” (§ 81).

Anayasa Mahkemesi’ne göre tutukluluk kararında “Anayasaya bariz şekilde aykırı yorum”ve“delillerin takdirinde açıkça keyfilik” halleri bulunmaktadır; çünkü gazete haberleri dışında somut bir delil bulunmamaktadır, aynı haberin aylar önce yayımlandığı hususu gözetilmemiştir. Yargılamaya konu olan faaliyetin olağan bir gazetecilik faaliyeti olarak kabul edilmesi durumunda bu yoruma katılmak belki mümkün olabilir. Ancak milli güveliği ilgilendiren, gizlilik kararı alınmış ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından kurgulandığı anlaşılan bir konuda daha önceden yayımlanmış bir haberi yeniden yayımlamak olağan bir gazetecilik faaliyeti olarak nitelendirilemez.

Anayasa Mahkemesi yerel mahkeme kararını değerlendirirken bu hususu tamamen göz ardı etmiş ve daha önce yayımlanmış bir haberin gizlilik kararı alındıktan aylar sonra niçin yeniden yayımlandığını sorgulamaya gerek görmemiştir. Gül ve Dündar’ın MİT TIR’ları haberini para karşılığı yayımladığına dair Savcılık sorgusunda ortaya konan bulgular hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Ayrıca MİT TIR’ları haberine konu olan olayın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından planlandığına ilişkin bulguları da yok saymış ve yerel mahkemenin tutuklama gerekçelerini son derece sınırlandırıcı bir yaklaşımla ele almıştır.

İnandırıcı gerekçeler

Gül ve Dündar’ın askeri casusluk faaliyetinde bulunduklarını, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’ne yardım ettiklerini, bu yüzden de tutuklu yargılanmaları gerektiğini iddia ediyor değilim. Benim için önemli olan Can Dündar veya bir başkasının tutuklanıp tutuklanmaması değil, Anayasa Mahkemesi’nin inandırıcı gerekçelerle doğru kararlar alabilmesidir. Dolayısıyla konuya bu çerçeveden baktığımda; Anayasa Mahkemesi’nin tutukluluk gerekçelerini tüm yönleriyle değerlendirmekten kaçındığını ve ikna edici olmayan birtakım gerekçelerle yerel mahkemenin takdir yetkisine müdahale ettiğini söylemek gerekir diye düşünüyorum.

Anayasa Mahkemesi ceza mahkemesinde devam eden yargılamanın esasını oluşturan bazı unsurlara hiç yer vermemiş; kararını sonuç odaklı bir yaklaşımla kurgulamıştır. Yargılamanın temel ilkelerini başarılı bir biçimde özetleyen Mahkeme, bu ilkelerin somut olaya uygulanması noktasında -bilerek veya bilmeyerek- hata yapmıştır.

Anayasa Mahkemesi de diğer tüm mahkemeler gibi hatalı kararlar alabilir. Ancak Gül ve Dündar kararı basit bir değerlendirme hatasından çok, önyargılı bir yaklaşımın sonucu gibi görünüyor. Kamuoyunu ilgilendiren diğer kritik davalarda da bu tutumun sürmesi durumunda, Mahkeme’nin yapısı, yetkileri ve hatta varlık nedenleri kaçınılmaz olarak tartışmaya açılacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin itibar kaybıyla sonuçlanacak böyle bir gelişmenin yaşanması istenmiyorsa Mahkeme üyelerinin kararlarını daha ikna edici gerekçelere dayandırması gerekir.

Yeni Yüzyıl Gazetesi, 19.03.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et