Siyaset sosyolojisi alanında çalışanların uzun yıllardır cevap aradığı bir konu seçmenlerin oy verme
davranışlarıdır. 1 Kasım seçimlerini henüz geride bıraktığımız şu günlerde bu konu sadece siyaset
bilimcilerin değil neredeyse Türkiye’de yaşayan herkesin gündeminin odağındaki yerini koruyor. Ak
Parti ciddi bir oy artışı ile tek parti hükümeti için yeterli seçmen desteğini sağladı. Belki yıllarca bu
sürpriz oy artışının nedenleri ve diğer muhalefet partilerinin hataları tartışılacak, seçmenlerin oy
verme davranışının arka planında hangi güdü ve motivasyonların, hangi faktörlerin daha etkili olduğu
soruları, cevabı aranan sorular olacak.
Aslında öncelikle cevabı aranması gereken temel soru, ‘seçmenlerin kendileri ve ülkeleri için doğru
tercihlerde bulunabilme ehliyeti var mıdır?’ olmalı. Bu sorunun cevabı “hayır” ise zaten seçmenlerin
özgür iradesi, tercih özgürlüğü veya demokrasi ile ilgili konuşacak pek bir şey kalmıyor. Cevap “evet”
ise seçmenleri “bidon kafalı ucubeler”, seçimleri de “kömür dağıtılarak kazanılan” bir süreç olarak
görmekten biran evvel vazgeçmeli. Bu temel sorunun ardından şu sorular gelebilir: seçmenler oy
verirken nasıl davranırlar? Oy verme davranışının temelinde hangi etkenler ön plana çıkar? Oy
verirken, sınıfsal, etnik aidiyet mi? partizan davranışlar mı? İdeolojik yönelimler mi? lider karizması
mı? ekonomik fayda ve maddi refah değişimleri mi? daha ön planda yer alır.
Seçmen davranışlarına ilişkin teorik açıklamalar üç ana grupta toplanabilir: Bunlar “sosyolojik
yaklaşım”, “sosyo-psikolojik yaklaşım” ve “ekonomik yaklaşım”dır.
Sosyolojik yaklaşımda seçmen davranışının özünde sosyal bölünmüşlük ve ait olunan toplumsal sınıf
vardır. Seçmenlerin oyu ait oldukları sosyal kimliklerinin ve toplumsal sınıflarının bir yansımasıdır.
Sosyo-psikolojik yaklaşımda, seçmen yakın çevresinin etkisiyle veya ideolojik duruşuyla bir partiye
psikolojik temelli bir bağlılık geliştirir ve parti kimliği oylama davranışının temelini oluşturur.
Seçmenler durum ne olursa olsun, kendilerini özdeşleştirdikleri partilerini desteklemeyi sürdürür,
partizan bir tutum sergilerler. Bu tutum çoğunlukla rasyonaliteden uzak olabilir. Partileri ya da parti
temsilcileri iktidarda ya da muhalefette üstün bir başarısızlık sergilese bile partilerini, yöneticilerini
veya adaylarını kayıtsız-şartsız desteklemeye devam ederler. İlginçtir çünkü bu durum
“başarısızlığın ödüllendirilmesi” gibi bir sonucu ortaya çıkartır.
Ekonomik oy verme yaklaşımı ardındaki temel fikir ise seçmenlerin “aptal” olmadığı, geçmişten
günümüze ekonominin gidişatına ilişkin doğru yargılarda bulunarak rasyonel kararlar alabildiği
şeklindedir. Ünlü siyaset bilimci Anthony Downs’ın 1957’de yayınlanan “Demokrasinin Ekonomik
Teorisi” kitabında da dediği gibi “her bir vatandaş oyunu kendisine diğer bütün partilerden daha
fazla fayda sağlayacağına inandığı partiye verir”.
Ekonomik oy verme davranışının bir türevi olan “Geçmişe dönük oy verme” (retrospective voting)
davranışına göre, seçmenler oy verirken iktidarda bulunan partinin uygulamalarına ve genel
ekonomik performansına bakar, geçmişe dönük politika ve performans değerlendirmesi yaparak
hareket ederler. Bu değerlendirme sonucunda seçmenler olanlardan hükümeti sorumlu tuttukları
için ya hükümeti yeniden seçerek ödüllendirirler veya muhalefeti destekleyerek iktidar partisini
cezalandırırlar.
Tüm bunları değerlendirdiğimizde Türkiye’de oy verme davranışında, ekonomik faktörlerin ve
hükümetin makroekonomik performansının belirleyici faktörlerin başında geldiği görülüyor.
Türkiye’nin geçmiş 12 yılı özellikle ekonomik açıdan bir başarı öyküsü olmuştur. Seçmenler
retrospektif bir bakış açısıyla bunu değerlendirmiş, hükümetin ekonomik performansını
ödüllendirmiş, alternatifleri uygun ve yeterli bulmamıştır. Aslında 2000-2001 yıllarında yaşanan
ekonomik krizler sonrası dönemin koalisyon partilerinin % 10 barajının altında kalarak, seçmenler
tarafından cezalandırıldığı, koalisyonun başındaki DSP’nin % 1’ler düzeyine indirilerek adeta Türk
siyasi hayatından silindiği ve henüz yeni kurulmuş bir partinin ise iktidara getirildiği hatırlanırsa,
Türkiye seçmeninin 1 Kasım’da sürpriz yapmadığı da anlaşılabilir.
Not: Yeni bir YENİ YÜZYIL’da uzun yıllar birlikte olmak dileğiyle.
Yeni Yüzyıl, 04.11.2015