Rektörleri h-indeksine İndirgemek Yanıltıcı Bir Ölçüttür

Rektörlerin aldığı atıf sayısına veya akademik alanına göre bir değerlendirmede bulunmak ne yazık ki, bir tür spora dönüşmüş durumda. Bu yaklaşımın ilk örneği olmamakla beraber son örneği iki “önemli” ve aynı zamanda “yeminli” muhalif haber sitelerinde yer aldı. (Linki bilerek vermiyorum. Google’a yazan bulur J)

Bu haberler ve yaklaşımın amacı belli: Ak Parti döneminde atanan rektörlerin liyakatsiz olduğunu sözde bilimsel verilere dayanarak kamuoyuna açıklamak. Ve bir algı oluşturmak. Nihayetinde yazının başlığı şöyle: “139 üniversitedeki gerçek

İyi niyetli okuyucu bir takım verilerin olduğu ve sayıların uçuştuğu haber detayında bu başlığın anlamlı ve objektif bir gerekçesi olduğunu düşünebilir. Koca bir haber sitesi, araştırma diyor, sayı diyor falan…

Oysa gerçekte, haberde yer alan sayıların ve konunun yazılan başlıkla bir alakası yok. Üstelik kendi içinde tutarsız ve eksiklikler taşıyor.

Elbette iktidarların eleştirilmesi çok kıymetlidir. Hatta demokrasinin de gereğidir. Ancak söz konusu bu haberde olduğu gibi sayılara işkence ederek ve açıkça ilişkisiz iki olguyu kıyas ederek bir sonuca varmak, istatistiklere zülüm etmek, eğip bükmek, çarpıtmak en basit tabiriyle ayıptır. Kötülüğün örgütlenmiş halidir.

Bu yöntem esasen eleştiri kurumunun ve muhalif kimliğin ciddiyetini, güvenirliğini zedelediği gibi demokratik ortamın kalitesini de düşürmektedir.

Haberde yer alan ve büyük bir keşif gibi sunulan meşhur h-indeksi şudur:

Bir akademisyenin en az “h” sayıda makalesinin yine en az “h” kez atıf almış olmasıyla oluşan, akademisyenin üretim ile etkisini ilişkilendiren bir göstergedir. Yani 5 tane çalışma en az 5’er tane atıf aldığında h-indeksiniz 5 olmuş oluyor. Hatta akademisyenliği sayısal verilere indirgeyen YÖK için de önemli bir gösterge bu.

Ancak bu indeks verisi bağlamından koparıldığında yanıltıcı olabilir. Kendi bağlamında dahi her zaman objektif olmayabilir.

Peki, h-indeksi her şeyin ölçüsü müdür? Objektif midir? Daha da önemlisi, bir üniversite rektörünün başarısını gösterebilir mi?

Bu konu üzerinde tartışma yürütenler bilmezliğe yatıyor: O zaman bu konuyu bir bilmeze anlatır gibi açıklayayım:

1- Rektör sadece bir akademisyen değildir. Hatta akademisyen olmak zorunda bile değildir.

Bu, şu demektir:

Rektörlük, bir yöneticilik pozisyonudur. Üniversitenin kaynaklarını yöneten ve kurumsal kimliği temsil eden ve aynı zamanda büyük ölçüde YÖK’ün ağır vesayeti altında iş yapan bir liderdir. Rektör iyi ya da kötü bir yönetim sergileyebilir. Bunun akademik niteliğiyle bir ilişkisi yoktur. “İyi” bir akademisyen “iyi” bir yönetici olamayacağı gibi tersi de geçerlidir. Rektörün yöneticilik becerilerini yaptığı yayın sayısı ve aldığı atıf sayısıyla ölçmek kişinin kendi zekâsına yaptığı bir zulüm olabilir. Spora dönüşen bu yaklaşım, akademik kariyer ile yönetsel beceriler arasında bir bağlamsal karmaşaya işaret etmektedir.

Kaldı ki söz konusu h-İndeksi yani yayın sayısı ve alınan atıf sayısına ilişkin sayısal veriler akademisyenin başarısı için bile her zaman objektif bilgiler vermez. Örneğin mühendislik ve tıp alanlarında çalışan bir akademisyenin h-indeksi, sosyal alanlarda çalışan meslektaşına göre yüksek olabilir. Yayın yaptığınız dergi indekslerde taranmayı önemsemiyor olabilir. Çalıştığı konu popüler olmayabilir. Kitaplarda olduğu gibi yayınların aldığı bütün atıflara ulaşılamayabilir. Ya da bir akademisyen ağına dahil olduğunuzda h-indeksiniz baş döndürücü hale de gelebilir.

Özetle h-indeksi bir şey söyler ama her şeyi söyleyemeyeceği için objektif bir yöntem değildir. Rektörün başarısını ortaya koymak açısından ise hiçbir anlamı yoktur.

2- Rektörün yayın ve atıf sayısı kaçınılmaz olarak düşük olabilir.

Bu, şu anlama gelir:

Rektörlerin önemli yönetsel görevi vardır. Bu görev süresince akademik çalışmalardan uzak kalmak zorunda kalır. Bazı rektörler idarecilik görevine daha erken bir dönemde başlamış olabilir. Haberde yer alan rektörlerin bir kısmında olduğu gibi bazı rektörler akademisyen olmasına rağmen üniversite dışında bürokrasiden de geliyor olabilir. Bu durum ilgili rektörlerin h-indeksinin düşük olmasına yol açar.  Ancak bu düşük skor, o kişinin kötü bir yönetici olduğu anlamına gelmez.

3- Liyakat elbette tartışılmalı; ama bu bir tartışma değildir.

Türkiye’de üniversite yönetiminde liyakat, şeffaflık, akademik özgürlük ve hesap verebilirlik gibi konuların tartışılması önemlidir. Ancak bu tartışmalar derinlikli, çok boyutlu ve adil bir şekilde yapıldığında anlamlı olabilir ve tartışmanın kalitesini artırabilir. Rektörleri kaldı ki kendi bağlamında dahi objektif bir değerlendirme sunmayan bir sayıya indirgemek, bu anlamda bir tartışma değildir. Başarısız bir algı operasyonu olma ve kendi aralarında dedikodu üretme dışında bir anlam ifade etmez. Diğer taraftan iyi niyetli okuyucuyu da yanıltmaktır.

Yanlış anlaşılmasın; bilimsel başarı, sayılarla ölçülemez demiyorum. Bu sayıların objektif ve kendi bağlamında kullanılması gerekiyor. Üniversitelerin geleceği açısından elbette rektörlerin vizyonu ve yöneticilik becerileri önemli katkılar sunmaktadır.

Rektörler eleştirilmez değildir; onlara yönelik eleştiriler yapıcı ve anlamlı olduğunda sağlıklı bir tartışma yürütülebilir. Böylesi sayılara indirgeyen bir yaklaşım ile sağlıklı ve anlamlı sonuçlar elde etmek mümkün değildir.

Peki, bu kadar basit bir gerçeği “araştırma” kisvesiyle sunanlar, bunu neden yapıyor?

Gerçeğin ne olduğunu bilmediklerini sanmıyorum. Aksine, çok iyi bildiklerini düşünüyorum. Ancak bu bilgiye rağmen, onu eğip bükerek, bağlamından kopararak, belli bir algı üretme çabası içindeler.

Bu yöntem, eleştirinin değil, itibarsızlaştırmanın aracıdır. Akademiyi, sayılara sıkıştırarak değerlendirmek, hem insanların emeğine hem de kamuoyunun aklına saygısızlıktır. Eleştirinin en az eleştiri konusu kadar ahlaki bir zeminde sürdürülmesi lazım. Aksi halde bu çaba, demokratik kamuoyunu geliştirmek yerine, onu manipüle etme dışında bir anlamı olmayacaktır.

Eleştirinin inandırıcı olabilmesi için hem niyeti hem yöntemi temiz olmalıdır. H-indeksi gibi bir göstergeden yola çıkıp koskoca bir yönetsel süreci “yargılamak”, bilgiyle hareket ediyormuş gibi görünse de gerçekte “bilgisizlikten beslenen bir siyasal gösteri”dir. O yüzden örgütlenmiş vasat bir kötülüğün “eleştiri” değil, bir algı mühendisliği söz konusu olduğu açıktır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et