Maalesef sevimsiz ve sert bir referandum süreci yaşadık. Tartışmaların çoğu konuyla ilgisizdi ve taraflar birbirleri için terbiyesizliğe ve hatta hakarete varacak sözler sarf etti. İktidar kanadı muhalefetin olayı genel güven oylamasına dönüştürme tuzağına düştü.
Paketin muhtevasına odaklanmak yerine muhalefetin ilgili ilgisiz her sözüne cevap yetiştirmeye çalıştı. Erdoğan çok çalıştı ama tamamen gereksiz ve yanlış bazı sözleri kullanmasını engelleyecek ölçüde bir oto kontrol geliştiremedi. “Bitaraf olan bertaraf olur” sözü hiçbir şekilde tevil edilemezdi ve tehdit olarak algılanması kaçınılmazdı. Başbakan TÜSİAD’a tarizlerinde haklıydı; zira, sık sık demokratikleşmeden bahseden ve her tartışmada boy gösteren bir gönüllü kuruluşun paket hakkında da bir şeyler söylemesi gerekirdi. Ama üslubu ve sözleri yakışıksızdı. Buna karşılık TOBB’a baskısı anlamsız ve yanlıştı. TOBB gönüllülüğe dayanmayan bir yarı-kamu kuruluşu ve her görüşten üyesi var. TOBB’un bütün üyelerini bağlayan bir fikri olamaz.
Başbakan’ın yüksek yargıda bir Alevî örgütlenmesi olduğu sözü de maksadını aşan bir sözdü. Yüksek yargıdaki kadrolaşma bir Alevi kadrolaşması değil bir ideolojik kadrolaşma. Bu söz, tarihî sebeplerle hayat haklarının her an tehdit altına girebileceğini düşünen Alevileri korkuttu. Aleviler ötekileştirildiklerini düşündüler. Belki de sırf bu sebepten daha yüksek oranda hayır dediler. Başbakan bütün ülkenin ve herkesin başbakanı ve söylemlerinde, özellikle Kürtler ve Aleviler gibi yaralı bilince sahip toplum kesimlerine karşı, çok dikkatli olmalı. Erdoğan’ın “hayır diyenler darbecidir” sözü de yanlıştı. Darbeye her zaman destek vermeye hazır olanların muhtemelen hayırcılar içinde olduğu doğru; ama her hayırcı darbeci değil. Darbe sever kesimin % 10-15’i aşması zor. Bu yüzden, Başbakan’ın daha kucaklayıcı olması ve üslubuna çok dikkat etmesi gerekir.
Muhalefetin durumu iktidarınkinden parlak değildi. Kılıçdaroğlu çok koşturdu ama ne yazık ki, benim de aralarında bulunduğum ve Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye yeni bir ufuk açmasını umut eden kesimi hayal kırıklığına uğrattı. Hayır demenin ahlâki ve demokratik zemini zaten zayıftı. Üslubundaki kabalık bir tarafa, CHP lideri sözlerinde, eleştirilerinde ve vaatlerinde mantıkî bir tutarlılık aramıyor. Kolay söz sarf ediyor, kolayca sözünü geri alıyor veya değiştiriyor. Bu, Kılıçdaroğlu’nun, belkemiği bulunmayan, kaypak bir siyasi çizgiye sahip olacağı izlenimini uyandırıyor. Zorlukları anlıyorum. Yeni bir lider ve karşısında kemikleşmiş bir siyasî çizgi. Bence Kılıçdaroğlu daha az konuşmalı ve kampa çekilerek partisinin (olacaksa) yeni siyasî çizgisinin ara hatlarını bir an evvel belirlemeli.
MHP referandumun en büyük mağlubu. Aslında MHP’nin evet demesi, en azından tabanını serbest bırakması gerekirdi. Zira MHP tabanının belki % 70’i AKP tabanı ile geçişken. Ancak, parti liderliğinin bu hatasının bir maddi temeli var. MHP yönetimi fikir ve zihniyette aslında CHP’li. Bunu ilk defa 20 sene önce ben ve Mustafa Erdoğan dile getirdik. Yani, yeni bir durum değil, Türkeş zamanında da öyleydi. Bu yüzden, MHP her kritik konuda CHP’nin dümen suyuna giriyor. Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinde DP ve ANAP gibi TBMM’yi boykot etmemesinin sebebi de ilkeli davranmaktan ziyade, siyasi menfaatlerini korumaktı.
Liberaller mi sosyalistler mi daha demokrat?
Referandum süreci iki ana ideolojik çizginin izleyenlerinin -liberallerle sosyalistlerin- demokratlık ve özgürlükçülük iddialarının da test edilmesini sağladı. Bu testte liberaller sosyalistlerden daha başarılı oldu. Sosyalistlerin çoğu “hayır” dedi ve ipe sapa gelmez argümanlarla bu tavrı haklılaştırmak için çırpındı. Bir kısmı solda yer alan bir kısmı solda bulunmayan birçok kimse sosyalistlerin bu tavrını garipsedi, kınadı. Bana göre ortada şaşırtıcı bir durum yok. Şaşıranlar sosyalizmin kendini özgürlükçü ve demokrat olarak pazarlama becerisi tarafından yanıltılıyor. Bu kimseler sanıyor ki solda olmak özgürlükçü ve demokrat olmaktır. Niye böyle olsun ki? Sol geniş bir yelpaze; aynen sağ gibi. Ve yine sağ gibi içinde envai çeşit renk barındırıyor. Sağın her rengi özgürlükçü ve demokrat olmadığı gibi solun her rengi de özgürlükçü ve demokrat değil. Mesela sosyalizm. Sosyalizm nereye özgürlük ve demokrasi getirmiş? Sosyalizm bir savaş ve köleleştirme ideolojisi. Hem teorisi hem pratiğiyle öyle. Dolayısıyla, solu bir bütün olarak özgürlük ve demokratlıkla özdeşleştirmek, eğer ahlâksızlık değilse, yanlış ve yanıltıcı bir tutum. Solda esas itibarıyla sosyal demokratlar özgürlük ve demokrasiye bağlı sayılabilir. Tabii bizdekiler hariç. Bu çerçevede sosyalistlerin Kemalistlerle ortaklık etmesi de kimseyi hayrete düşürmemeli. Oral Çalışlar’ın “Halka güvenmeyelim, peki neye güvenelim?” başlıklı Radikal yazısında ifade ettiği gibi, Kemalistlerle sosyalistler aynı mantık ve zihniyet zemininde doğuyor ve yaşıyor.
Liberaller, sosyalistlerden daha özgürlükçü ve demokrat bir duruş sergiledi. Kimin yaptığına değil ne yapıldığına bakarak tavır aldı. Bürokratik vesayet sisteminin tasfiyesinin en acil problem olduğu bilinciyle referandumda evet dedi. Ama onların asıl katkısı sandığa attıkları evet pusulasının sayısı değil, sağladıkları sistematik entelektüel destekti. Son yirmi yılın trendi bozulmadı. Liberal aydınlar devletçi vesayetçi tezleri çürüttü. Vesayetçi cephenin sözcüsü kalemlerin liberallere öfke ve nefretinin referandum tartışmalarında iyice taşmasının sebebi buydu. Bu taşkınlık elbette liberallerin doğru tavır takındıklarının ispatı oldu.
Az sayıda liberal evetin aleyhindeydi. Bunların bazıları düpedüz yalana ve çarpıtmaya dayanan vesayetçi propagandayı olduğu gibi aldı ve tekrarladı. Sanki değişiklik HSYK’ya AKP il başkanları arasından üye atanmasını sağlıyormuş gibi yazdı, konuştu. LDP yine şaşırtmadı. CHP’nin ruh ikizi olmayı sürdürdü ve ulusalcı bir jargon ve mantıkla, üstelik içeriden ikaz ve eleştirileri kulak ardı ederek, hayır dedi. Bu tavrıyla, korkarım, liberalleri temsil yolundaki son iddialarını da tüketti. Liberaller arasında gerçekten liberal argümanlara dayalı dikkate değer bir hayır tavrı oluşturmaya sadece Serkan Kiremit çalıştı. Ancak, onun çabası da, paketin geneli düşünüldüğünde, liberalleri hayır çizgisine çekmeye yetmezdi.
Zaman, 26.09.2010