Refah devleti ve refah

İnsanlık tarihinin en müreffeh zamanında yaşıyoruz. Bugün hem mutlak hem nispî fakirlik geçmiş dönemlerdekine göre çok daha az. Hayat standartları öylesine yükseldi ki, birkaç asır önce yaşamış insanlar şimdiki gibi yaşanabileceğini hayal dahi edemezdi. Yüzyıl içinde bugünün parasıyla dünyada günde bir dolardan az gelirle yaşayanların oranı yüzde 80’lerden yüzde 20’nin altına indi.

1800’den 2000’e dünya kişi başına geliri 8 kat arttı. Nüfus 1 milyardan 7 milyara yükseldi. Dünya iki asır içinde yaklaşık 60 kat zenginleşti. Şüphesiz, bu zenginliğin dağılımı kıtalar, ülkeler, sosyal tabakalar, meslekler, cinsiyetler ve yaş kuşakları arasında farklı oldu. Ama, netice itibarıyla, insanlığın durumu iyiye gitti. Daha çok insanın daha iyi şartlarda yaşayabileceği bir dünya ortaya çıktı. Bu zenginlik yeni teorilerin ve kavramların doğmasına yol açtı. Bunların en popülerlerinden biri, refah devleti. Bu kavram herkesin kafasında müspet çağrışımlar yapıyor. Her ülkenin hedefi refah devleti olmak. İnsanlar sanıyor ki, bir devlet refah devleti olma siyasî kararını alırsa refah devleti olabilir ve bir ülkenin bu şekilde refah devleti olması o ülke insanlarının refaha ermesini sağlar. Başka bir şekilde ifade edersek, refah devleti olmak sadece bir siyasî tercih meselesidir ve refah bu kararın doğal bir sonucudur. Acaba öyle mi?

Refah devleti ile refah aynı şey değildir. Refah insanlık tarihi kadar eski, refah devleti ise modern kapitalizmle doğmuş yeni bir fenomen. Refah fonksiyonu olmayan bir insan topluluğu düşünülemez. Dindar, ateist; Müslüman, Hıristiyan, Budist; siyah, beyaz; fakir, zengin her toplumda bir refah fonksiyonu olur ve işler. Bu şu demektir: Çalışamayacak, üretemeyecek, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olan insanlara, toplumsal hayat içinde, en yakınlarından başlayan ve çevreye doğru yayılan el uzatmalarla, yardım edilir. Geleneksel toplumlarda ana refah fonksiyonu aile içinde şekillenir. Zamanımızda bu refah türü nispeten gerilemiş olsa da tümüyle ortadan kalkmamıştır ve şüphesiz asla kalkmayacaktır. Ancak, toplumların nüfusu artıp çeşitlendikçe insanlar refahın aileyi aşan türlerini geliştirdi. Kültürel benzerlikle (dindaşlık gibi), meslektaşlık ve mahallelilik gibi unsurlar etrafında dayanışma ağları böylece ortaya çıktı. Bunlar, refah devletinin doğmasından çok önce insanî hayatın gerçekleriydi.

Merkeziyetçi modern devletin yükselmesi ve kapitalizmin muazzam zenginlik yaratması, yavaş yavaş devletin refah fonksiyonunu üstlenmesine yol açtı. Bu yolda devlet gönüllü refah kurumlarını doğrudan (el koyarak, devletleştirerek) veya dolaylı olarak (rekabet edilemez bir refah organı niteliği kazanarak) tasfiye etti. Bugün genel olarak refah deyince akla devletin kurduğu, işlettiği mekanizmalar gelir. Ancak, modern devlet refah fonksiyonuna nitelik de değiştirtti. Refahı tekbiçimleştirdi ve merkezileştirdi. Hacmini gayri iktisadî şekilde genişletti. Bugün devletin refah sisteminin iki ana çizgisi var. İlkinde, teorik olarak, devlet, bir işletmeci gibi, insanları katılmak ve katkıda bulunmak mecburiyetinde bıraktığı bir refah sistemini işletir. Emeklilik ve sağlık sandıkları gibi. İkincisinde devlet refah fonksiyonundan yararlananlara karşılıksız kaynak aktarır. Bunun da alt kategorileri mevcuttur. A) Gruplara, ürünleri dünya fiyatları üstünde satın alınarak (buğday gibi) veya girdileri dünya fiyatları altına temin edilerek (mazot gibi) sübvansiyon verilir. B) Kişi ve gruplara bir mal (eğitim gibi) veya bir menfaat (prim ödemeden emekli edilme gibi) karşılıksız sağlanır. İlki bir çeşit işletmeciliktir ve usulüne uygun yapılırsa, aktüeryal denge bozulmadıkça, işleyebilir. Lakin, devletler bunu hızla yozlaştırır. Karşılıksız emeklilikler dağıtılır, karşılanamayacak maaş zamları yapılır ve cömert yan ödemeler tesis edilir. Emeklilik için toplanan fonlar, “nasıl olsa devletiz, gerekirse para basarız vergi salarız, ödeme yaparız” düşüncesiyle başka yerlere harcanır. B kategorisi kuvvetli menfaat gruplarının doğmasına yol açar ve onları satın aldığını düşünen politikacılar bir süre sonra onların esiri olur.

Hayatta bedava, yani, maliyeti olmayan bir şey yoktur. Bir malı veya hizmeti tüketenin onun için ödeme yapmaması, o malın bedava olduğunu değil, yalnızca maliyetinin başkaları tarafından karşılandığını gösterir. Katkısının üstünde refah ödemesi elde eden veya hiç katkıda bulunmadan refah fonksiyonlarından (“bedava” mal ve hizmetlerden) yararlananlar başkalarının sırtından yaşıyor demektir. Bunların bir kısmına katlanmak (meselâ, engelli hastalara evde bakılmasına, kimsesiz çocukların bakımevlerine) insanlık ve toplumsal dayanışma görevinin parçası olarak görülebilir. Fakat bazılarına (iyi gelir getiren bir eğitimi bedava almak gibi) rıza göstermek adâletsizliğe itiraz etmemek anlamına gelir. Devletin bedavacılığı yaydığı, beslediği yerde en kazançlı çıkanlar zayıflar değil güçlüler, fakirler değil orta ve orta-üst tabakalar olur.

REFAH DEVLETLERİNİN GERİLEYİŞİ

Ne var ki, bu, her zaman sürdürülebilir bir durum değildir. Ekonomik durgunluk ve gerileme, aktüeryal dengenin (çalışan-emekli oranının) bozulması, refah hizmetlerinin alan ve dolayısıyla maliyet bakımından şişmesi, menfaat gruplarının hep daha fazla istemesi sonunda sistemi tıkar. Şimdi böyle bir dönemdeyiz. Zaman’ın 2 Eylül günkü nüshasındaki Arife Kabil’in haberinden öğrendik ki, Avrupa’nın refah devletleri hızla geriliyor. İşsizlerin sayısı artıyor. Refah ödemeleri kesiliyor. Borca dayalı refah sistemlerini idare edemeyen hükümetler çaresiz kalıyor. Kısaca, deniz tükeniyor. Peki, ne olacak? Bu ülkeler sürdürülemez refah projelerini tasfiye edecek. Devletler daha az harcayacak. Serbest teşebbüsün ve gönüllü dayanışmanın önündeki engeller kaldırılacak. İnsanların ortalama hayat seviyesi düşecek. Toplumlar, bireyler aracılığıyla yeni şartlara ayak uyduracak. Gazetenin işaret ettiği gibi aile hayatından yeme içmeye ve eğitime kadar her şeyde değişiklik olacak. Çekirdek aileler iki, belki üç neslin bir arada yaşadığı geniş ailelere dönüşecek.

Türkiye’de ne olacak? Türkiye’de bunların hiçbirinin olmayacağı hayalini kurmayalım. Avrupa ölçüsünde zengin olmayan Türkiye’nin Avrupa’dakiler gibi refah harcamaları yapan bir devlet olması için politikacılar, bürokratlar, solcu ve sağcı devletçiler, menfaat grupları az çabalamadı. Yapılan hatalar mutlaka bir maliyet getirecek. Türkiye’de emeklilik sistemi zaten zorda, dev açıklar veriyor. Bu kadar erken emekli olunabilen bir ülkede başka bir sonuç ortaya çıkamazdı. Önümüzdeki yıllarda ister istemez emeklilik yaşı yükseltilecek. Refah kalemleri azaltılacak. Devletin refah alanındaki tekeli sona erecek ve sivil inisiyatiflerin önünün açılması gerekecek. Hangi görüşe sahip olursa olsun hiçbir hükümet bu gidişe engel olamaz.

Zaman, 9 Kasım 2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et