Seçmenlerin tercihleriyle ilgili şu tür şikâyetleri çok sık duyarız: “Halk cahil. Bilinçsiz. Ne yaptığını bilmiyor. Yanlış kişileri ve partileri seçiyor.
Cahil kişiyle eğitimli kişinin oyu aynı olabilir mi? Oy verenler aydınlatılmalı. Seçmenler iyi tercih yapabilmek için yeterince bilgili ve bilinçli olmalı. Rasyonel davranmalı.” Bu sözlerin mantıkî açılımları oy verme hakkının eğitimle ilişkilendirilmesi ve seçmenlerin bilinçli, rasyonel tercihler yapmasının sağlanmasıdır.
Bu tür görüşlerin yalnızca Türkiye’de dile getirildiğini sanmayalım. Benzer tezler birçok demokratik ülkede ifade ediliyor. Özellikle de seçim kaybedenler tarafından. Mesela, ABD’deki bir örnekte bir seçmen grubuna başkan yardımcısının ve Temsilciler Meclisi başkanının (speaker-bizdeki TBMM başkanı) fotoğrafları gösterilmiş. Kimse bu şahısları tanıyamamış. Bazı yorumcular buna dayanarak bu gibi kişilerin, yani temel siyasî bilgilerden mahrum vatandaşların, oy kullanmama görevine (oy hakkının inkâr edilmesinin dolambaçlı ve daha kibar ifadesi) sahip olduğunu ileri sürüyor. Üstelik bunlardan biri gazeteci John Stossel, bir Amerikalı liberteryen. İlginç değil mi, bu kişi ile bizdeki aynı tezleri tekrarlayan kimselerin benzerliği?
Oy hakkıyla eğitim (veya mülk sahipliği-vergi mükellefi olma) arasındaki ilişki popülaritesini kaybetmiş bir tartışma konusu. Şimdi ancak dar akademik muhitlerde ilgi çekebilir. Dünyanın demokrasi standartları genel ve eşit oy ilkesine demir atmış durumda. Diğer konu, seçmenlerin cahil, bilinçsiz olabildiği iddiası ise bir başka kalıba dökerek tartışılabilir. Kendi seçtiği partiye oy vermeyen kimseleri cahil ve aydınlanmamış sayan partizanların tutumu elbette tartışmaya değmez. Ancak, seçmenlerin her zaman rasyonel tercihler yapıp yapmadıkları, daha doğrusu yapıp yapamayacakları irdelenebilir. Ve ulaşılacak sonuç siyasî sitemin niteliğiyle ilgili başka münakaşa ve münazaralara yol açabilir.
Bir seçmenin rasyonel bir tercih yapabilmesi siyasî partilerin genel programları veya spesifik siyasa önerileri üzerinde tam bir bilgiye sahip olmasını gerektirir; ama burada kalmaz. Seçmenin aynı zamanda her bir siyasanın muhtemel sonuçlarını da tahmin etmesi lâzım gelir. Demokrasi girift bir siyasî rejim ve dünya gittikçe daha komplike hâle geliyor. Bu şartlar altında bir seçmenin yukarıda söylenen şeyleri yapabilmesi çok zayıf bir ihtimal. Seçmenlerin çoğu günlük hayat gaileleriyle meşgul. Birçoğu ilgili konulara zaman ayırmayı bile istemez. Bu eksiklik nasıl giderilebilir? Kolay görünen bir yol var: Uzmanlara başvurmak. Bu zaten yapılmakta, ama sihirli bir formül teşkil etmiyor. Kendi açmazları var. Bir defa, uzmanlar olgulardan ziyade kanaatleri yansıtmaya hevesli olur. Farklı politikalar farklı yorumlara tabi tutulur. Seçmen bu sefer hangi uzmanın görüşlerinin daha doğru olduğunu belirleme zor göreviyle karşılaşır. Ayrıca, uzmanlar politikaların genel sonuçlarına işaret eder. Oysa, seçmen, daha çok onların kendisi üzerindeki bireysel etkisiyle ilgilidir. Bir politikanın bir grup üzerindeki genel etkisi, grup içindeki herkesin aynı etkiyle yüzleşeceği anlamına gelmez. (Marksist sınıf kavramının da anlayamadığı bu.)
Süper seçmenimiz, bunları başarırsa, rasyonel seçmen olma noktasına epeyce yaklaşmış olur. Ancak, başka engeller hemen boy gösterir. En mühimi şudur: Seçmen en rasyonel incelemeyi yapmış ve en rasyonel karara ulaşmış olsa bile, bu, onun tercihinin istediği sonucu üreteceği anlamına gelmez. Onun oyu bir oydur ve milyonlarca insan aynı rasyonel analizi ve siyasî muhakemeyi yapmadıkça süper seçmenin tercihinin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Siyasî sistemde bilgi akışı ve tercih benzeşmesi o kadar kolay vuku bulmaz. Durumu, siyasî sistemin işleyişini piyasa sisteminin işleyişiyle karşılaştırarak, daha iyi anlayabiliriz. Piyasada her gün milyonlarca insan “lira oy” kullanır. Her “lira oy” en isabetli şekilde kullanılır ve tercih hataları hızla düzeltilir. İnsanları buna muktedir kılan bir komünikasyon ağı oluşturan fiyat sistemidir. Fiyat sistemi “lira oy” vericinin hayatı ve dünyayı anlamasını kolaylaştırır. Toplumsal sonuçları olan tercihlerini bireyselleştirir. Bir başka deyişle seçmeni rasyonelleştirir.
Modern demokrasilerde piyasadaki bireyin rasyonel davranmasıyla aynı anlamda siyasî olarak rasyonel davranan birey bulmak hemen hemen imkânsız. Öyleyse ne yapalım? Demokrasiden vaz mı geçelim? Şüphesiz, buna ihtiyaç yok. Demokrasiden, daha iyi bir alternatif karşımıza çıkmadıkça, vazgeçemeyiz. Ancak, sistemi, kusurları daha az zarar verecek şekilde ıslah edebiliriz. Sanırım refah devleti sistemindeki kriz, önümüzdeki yıllarda bizi bu tartışmayı gündemimize daha çok almaya zorlayacak. Günümüzde demokratik ülkelerin ana problemi toplumun aşırı siyasileşmesi. Bu bakımdan klasik liberal geleneği bir yana, diğerlerini karşı yana koymak gerekir. Klasik liberaller bireysel hayatın kolektif kararlara ve kamu müdahalesine maruz bırakılmaya açılan alanının daraltılmasını savunur. Buna karşılık sosyal demokratlar–sosyal liberaller “sosyal adâlet”; muhafazakârlar düzen ve toplumu koruma; sosyalistler eşitlik: nasyonalistler üstün etnisiteyi muhafaza ve etnik pürifikasyon için toplumun siyasileşmesini ister. Bütün toplumlar bu çizgilerin bir karışımı olduğu için, başka bir deyişle hayatın siyasileşmesini daha yaygın bir talep olarak boy gösterdiğinden, demokrasiler aşırı derecede siyasileşebilmektedir.
Rasyonel seçmen bir mit. Süper seçmenler hiçbir zaman olmayacak, bu yüzden onu beklemek veya yetiştirmeye çabalamak yerine demokratik siyasi sistem ıslah edilmeli. Bunun ise iki istikameti var. İlki toplumu aşırı politize eden, siyaseti topluma katılımın en üstün veya tek yolu olarak gören yaklaşım geriletilmeli. Kolektif karar alanları daraltılırken özel hayat ve gönüllü işbirliği alanları genişletilmeli. İkinci olarak, olması gereken boyutlara indirgenen siyaset içinde yarışmacı seçimlerle işbaşına gelmiş, halka hesap vermek zorunda olan kimselerin, yani politikacıların iktidar alanı bürokratların iktidar alanı aleyhine olacak şekilde genişletilmeli. Özellikle Türkiye’de…
Zaman-Yorum, 19 Kasım 2010