Ramazan için sevgi, muhabbet ve hoşgörü ayıdır deriz ancak sevgi, muhabbet ve hoşgörü kelimelerinin hakkını vermek söylemek kadar kolay değil. Yetmiş iki buçuk millete bir göz ile baktığını iddia etmekle bakmış olmadığımız gibi.
Geçenlerde Kayseri ve Edirne müftülerinin açıklamaları gazetelere yansıdı. İlk bakışta ortalama bir Müslümanı rahatsız etmeyecek ve hoşuna gidecek şeylerdi söylenenler. Çoğunluğu Müslüman bir ülkede Ramazan ayında “lokantaların kapalı olmasını” istemek ya da biraz daha nazikçe “açın ama önüne perde çekin” demek çok da tuhaf durmuyordu. Bu isteklerden rahatsız olmasam da bende tuhaf hisler uyandırdığını itiraf etmeliyim.
Oruç, sayın müftümüzün de dediği gibi “sadece yemeden içmeden kesilme değil aynı zamanda ahlaken de bir yükselme ve yücelme” ise bu yükselmenin bir dayatma ile olamayacağı çok açık. Bizim oruçlu olmamız tutmayanları sıkıntıya sokacak ise bu işte bir yanlışlık olmalı.
Ramazan’ın ayrı bir manevi havası var ve başkalarının da bu havayı teneffüs etmelerini istemek çok güzel. Ancak, bu isteğin insanların bir kısmını bile olsa riyakârlığa sürükleme ihtimali hoş değil. Söz ve zorla başkalarını da bu havaya dâhil etmek yerine hâl ve davranışla onları cezbetmek amaç olmalı, ikiyüzlü ve riyakâr sözde dindarlığın topluma egemen olmasına fırsat verilmemeli.
***
Çocukluğumda Muharrem ayında ailece oruçlu olmamıza rağmen dışarıdan bir misafir geldiğinde, misafire oruçlu olup olmadığı sorulmaz, birkaç dakikalık hoşbeşten sonra suyu, yemeği, çayı ikram edilirdi. Aynı şekilde oruçlu olduğu bilinen bir komşu geldiğinde de aynı hassasiyetle davranılır ve oruçlu olunsun olunmasın misafiri rahat ettirmek adına çay, kahve içilmez; ortaya nefsin çekebileceği bir şey konmazdı.
Ama aynı çocukluğumda Sünni komşularımızca gece yarıları ışığımızın gözlenmesi ve kazara ışığımız yanmamışsa ertesi günü “herhalde uyuya kaldınız, isterseniz biz sizi uyandıralım” yollu imalı sözler eksik olmazdı.
Bir Alevi olarak Ramazan ve Muharrem oruçlarını aksatmamaya ve bu güzide ayların manevi havasını teneffüs etmeye çalışırım. Benim için Muharrem Resulullah ve Ehlibeyt aşkı iken, Ramazan Kur’an ayıdır.
Yıllarca Anadolu’nun oldukça muhafazakâr bir kentinde yaşadıktan sonra Trakya’da nispeten daha serbest bir şehre taşındım. Belki tuhaf gelecek ama Trakya’da oruçtan aldığım manevî hazzı hiçbir zaman diğerinde yaşamadım.
O yoğun Ramazan hali içindeki aşırı gösterişçi ve her daim ben oruçluyum havası bende hep bir eksiklik ve yapaylık hissi uyandırmıştır. İşyerinde ve çevremde pek çok insanın oruçlu olmamasına rağmen sırf ortamın etkisi ile oruçlu görünmeleri hep tuhafıma gitti. Alevi olduğum için ben tutmasam belki kimsenin umurunda olmayacaktı ama diğer arkadaşların ve onların oruçlu olmadığını bilmelerine rağmen onlara oruçlu muamelesi yapan insanların hali gerçekten iç acıtıcıydı. Din ve inanç, dindarlık adına zedeleniyordu.
Trakya’daki ilk Ramazanımda ise oldukça şaşırmıştım, mesai arkadaşlarımın bir kısmı oruçlu değildi. Oruçlu olanların da oruçlu olmayanlardan herhangi bir beklentisi yoktu ve insanlar birbirlerini takip etmek yerine daha çok oruçlarını yaşamaya çalışıyordu. Sokaklarda bir yanda mukabeleye giden kadınlar diğer yanda kendi hallerinde insanlar vardı. Teravih namazı kılmak gibi bir alışkanlığım olmamasına rağmen oruçlu insanların akın akın teraviye gitmeleri beni bile cezbediyordu. Ve burada orucu kendi nefsimde ve dünyamda yaşadığımı, maneviyatını daha derinden hissedebildiğimi gördüm.
***
Hangisi daha hayırlı elbette Allah bilir…
Unutulmamalı ki mümin her daim mücahedede olmalı. Ben oldum dememeli, başkalarının ayıplarını görücü değil, örtücü olmalı ve eksikliği kendi özünde aramalı.