Terörle mücadelede yapılması planlanan son değişikliklerden biri de sınır bölgelerinde, çatışma alanlarında tecrübesiz erlerin kullanılması yerine profesyonel birliklerin kullanılması…
Doğrusu, bu değişikliğin “profesyonel ordu” tartışmasına dönüşmesi son derece yanıltıcı. Profesyonel orduya geçiş bambaşka bir konu. Burada yapılmaya çalışılan sadece terörle mücadelede özel eğitimli profesyonel birliklerin kullanılması…
Ne var ki, “bize özgü şartlar” nedeniyle, bu özel birlik kurma meselesi de çok geniş bir kesimde ciddi kaygılar yaratıyor.
Zira özel birlik deyince hemen herkesin aklına 1990’larda Özel Kuvvetler’in, JİTEM’in vukuatları geliyor. Yasa tanımaz, kural tanımaz bir silahlı gücün Güneydoğu’da estirdiği dehşet, faili meçhuller, eroin ilişkileri ve sonuçta kontrol edilemeyen bir suç örgütü haline dönüşmesi hatırlanıyor hemen. Ve bu gücün PKK’yı zayıflatmak yerine nasıl azdırdığı; yaptığı insanlık dışı işlerle Kürtler’i nasıl PKK’ya doğru ittiği…
Bu endişelere katılmamak mümkün değil. Ama sonuçta düştüğümüz duruma bakar mısınız:
Yıllardır terörle mücadelede eğitimsiz ve tecrübesiz askerlerin kullanılmasının bu çocukları bile bile ölüme göndermek olduğunu söyleyip eleştiren biziz. Bu duruma çare olarak “profesyonel birlikler” oluşturulacak dendiğinde tüyleri diken diken olan da bizler…
Ne var ki bu tutarsızlığın kabahati bizde değil. Yukarıda sözünü ettiğim “bize özgü” şartlarda.
Bize özgü şart dediğim şey, bizim ordumuzun tamamıyla denetim dışı oluşu…
Bizim ordumuzda parlamento denetimi yoktur, toplumsal denetim yoktur, eleştiri yoktur, muhasebe yoktur. Hesap sorma ve hesap verme yoktur. Hatanın bedelini ödeme yoktur. Kendi kendini temizleme, “çürük elmaları” içinden atma kabiliyeti yoktur. Ve tabii ki, bu keyfilik ve denetimsizlik ortamının özel kuvvetler adı altında Frenkeştaynlar yaratmasında da şaşılacak bir şey yoktur.
Ergenekon soruşturmasının başından bu yana, ordunun içinde yuvalanan sayısız suç örgütü tespit edildi. Sayısız muvazzaf subayın Anayasa ihlali gibi ağır suçlara bulaştıkları ortaya çıktı.
Peki ortaya çıktı da ne oldu?
Kaç subay ordudan atıldı? Kaç subaya görevinden el çektirildi?
Tam tersine, geçenlerde bir gazetede bu 30 Ağustos’ta generalliğe terfi bekleyen Ergenekoncu subayların listesi yer alıyordu.
İşte “özel kuvvet” lafının gündeme gelmesiyle birlikte paniklememize sebep olan şey bu gelenektir.
Sonuç olarak: Eğer terörle mücadele için böyle profesyonel birliklere ihtiyaç duyuyorsak -ki duyuyoruz- ama öte yandan bunların yozlaşmasından ve suç örgütüne dönüşmesinden endişe ediyorsak -ki ediyoruz- önümüzde iki şık var:
Ya ordunun bu kötü geleneklerini değiştireceğiz; sivil denetime açık, hesap veren, halka yalan söylemeyen, yasalara saygılı bir ordu yaratacağız ya da bu özel birlikleri ordu bünyesinde değil emniyet kuvvetleri bünyesinde kuracağız.
X x x
Esasında, bu özel birliklerin polis teşkilatı bünyesinde kurulmaması için hiçbir neden yok; üstelik yapılan iş de zaten polisin görev tanımına uyuyor. (İç güvenliğin sağlanması.) Ayrıca dünyada yaşanan terörle mücadele deneyimleri bize teröristle mücadelenin esas olarak polis kuvvetleri tarafından yürütüldüğüne gösteriyor.
Ama biz bu alternatifi gündeme bile getirmiyoruz. Çünkü bizim ordumuzun, terörle mücadelenin sorumluluğunun polis teşkilatına devredilmesini ve bunun için polis teşkilatı bünyesinde özel birlikler kurulmasını kendisi açısından bir “hayat-memat meselesi” yapacağını ve “sonuna kadar direneceğini” biliyoruz.
Düşünsenize; Bizim Genelkurmay, polis teşkilatı için alınacak silahların bile kendi denetimi altında olması için diretirken; kendisi dışında oluşacak terörle mücadele birliklerine katlanabilir mi?
Genelkurmay neden polis teşkilatı için alınacak silahları kontrol altında tutmaya bu kadar önem veriyor acaba?
Silah tekelini elinde tutmak için tabii.
Unutmayalım ki, askeri vesayet rejiminin en temel dayanağı, her şeye rağmen ve hâlâ -darbe yapma koşulları çok zorlaşmış olsa bile- bu silah tekelidir.
İstikrarlı bir devlet için kurumlar arasında uyum elbette iyidir.
Ama kimileri bu “uyum”u ellerindeki “silah tekeli”ne dayandırmaya niyetliyse buna uyum değil baskı ve zorbalık denir.
17.07.2010, Bugün