PKK’ya dair acı gerçekler

Askerlerimizi şehit eden, şehirlerimizi bombalayan, bunca reforma rağmen “savaş”ı ve terörü bırakmayan PKK’dan haliyle nefret ediyoruz. Ama tam da bu nefret sebebiyle bu konudaki “realite”yi ıskalamaya yatkınız.

Bu ıskalama, farklı şekillerde ortaya çıkan, ama özü hiç değişmeyen, “PKK’yı kendi içinde bir güç olarak kabul etmeme, hep bir şeylerin türevi sayma” eğilimimizde ortaya çıkıyor. (Kürt sorununu da uzun süre “azgelişmişlik” veya “feodalite” ile açıklamaya, daha doğrusu savuşturmaya çalışmamız gibi.)

Aslında PKK realitesi ile yüzleşmemenin ilk yöntemi, 80’li yıllarda devlet diline hakim olan “üç-beş çapulcu, bir avuç eşkiya” edebiyatı idi. Bunun gerçeği yansıtmadığı anlaşılınca, dikkatler bu sefer “PKK’nın arkasındaki dış güçler”e odaklandı. Suriye, İran, Irak Kürtleri, hatta Avrupa ve ABD hedef tahtasına oturdu. (Bugün de durum hala öyle; listeye bir tek İsrail de eklenmiş durumda.)

Tutmayan hesap

PKK’yı hep bir şeylerin “maşası” olarak görme eğilimi, son yıllarda da, bazı liberaller ve muhafazakarlar arasında yeni bir form kazandı: PKK bu sefer “dış” değil, “iç” bir gücün, Ankara’da çöreklenmiş olan “derin devlet”in ve Ergenekon’un maşasıydı. PKK, Türk ordusunun karakollarını basabiliyordu; çünkü ordudaki cuntacılar bu işe çanak tutuyordu.

Bakın, bu görüşün önde gelen savunucularından, Taraf gazetesi editörü ve baş yazarı Ahmet Altan, 24 askerin şehit edilmesinin ardından geçen hafta şöyle yazdı:

“Ben PKK’nın bir daha karakol basamayacağını düşünüyordum. Ordunun elindeki imkânlar gözönüne alındığında böyle bir baskın mümkün gözükmüyordu; ‘askerî vesayetin’ gerilemesiyle birlikte ‘şike’ dönemi de biteceği için bir daha ‘karakol baskını’ yapılmasının kolay olmadığına inanıyordum.”

Benim ise, bu “PKK karakol basıyor, çünkü generaller şike yapıyor” teorisine aklım pek yatmamıştı. Karakol baskınlarını, hem Işık Koşaner’in “özeleştiri”sinde teslim edilen beceriksizlik ve hantallıkla, hem de düzenli orduların gerilla güçleri karşısındaki bildik dezavantajıyla açıklamak daha makul geliyordu.

Aynı sebeple, son dönemde yine bazı liberaller ve muhafazakarlar tarafından seslendirilen, “artık teröre karşı askerden çok polis devreye girecek, böylece bu iş çözülecek” iyimserliğine de katılmadım.

Dürüst sorular

Demek istediğim şu ki, PKK’yı sırf bir “maşa” olarak görmek ve şu veya bu silahlı yöntemle tümden imha edilebileceğini sanmak, bizi yanıltıyor.

PKK, kuşkusuz dış destekler buldu ve bulmaya devam edecek. Ama örgütün asıl gücü, kendisine “özgürlük savaşçısı” diye bakan bir kaç milyonluk büyük bir kitleden geliyor.

Bu kitlenin Kürt vatandaşlarımızın tümü olmadığı çok açık. AK Parti’nin Kürtler arasından hala en yüksek oya sahip parti oluşu, bunun açık ispatı.

Ancak Kürtlerin bir bölümü de, sahiden PKK’yı destekliyor. Örgütün “siyasi kolu” olduğu besbelli olan partiler, her seçimde yüzde 5 civarında oy alıyor.

Bu kitlede, sadece “kültürel özgürlükler”le tatmin olmayacak, illa da “Kürtlerin kendi kendini yönetmesini” isteyen etnik milliyetçi damar çok güçlü. PKK da, bu milliyetçiliğin vaad ettiği siyasi iktidarı, totaliter bir biçimde elinde tutmak istiyor.

Dolayısıyla, bazı kritik soruları açıkça ve dürüstçe tartışmamız lazım:

Kürt milliyetçileri, PKK’nın demir yumruğu altındaki bir “özgür Kürdistan”ın sahiden özgür olacağını mı sanıyor? Ve bunu kurmak için ne kadar daha acı çekileceğinin farkındalar mı?

Türkler ise, daha fazla şehit vermemek için, bazı siyasi tavizler vermeye açık mı?

İngilizce Konuşmak İstermisiniz?

 

Star, 24.10.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et