Kürt meselesi gibi -içinde şiddet de barındıran- etno-politik sorunlar, ancak müzakere yoluyla çözülür. Fakat müzakere aşamasına geçilmesi, tarafların “şiddeti bir çıkış yolu olarak görmekten vazgeçmiş olmalarına” bağlıdır. Taraflarda şiddet yoluyla birbirlerini maddi ve manevi anlamda ortadan kaldıracaklarına dair bir düşünce var olduğu müddetçe, gerçek anlamda müzakerelere başlanmaz. Ancak şiddetten bir sonuç alınamayacağı görülmüşse müzakereler başlayabilir.
Sağlam siyasi irade
Müzakerelere başlanması mühimdir fakat hemen sonuç vermez. Zira bu aşama doğrusal bir hatta ilerlemez. Çatışmaları sona erdirme ve barışa varabilme sürecinde keskin dönemeçlerden geçilir, kâh ileri bir adım atılır kâh geri dönülür, inişler ve çıkışlar yaşanır.
Tüm bu gelgitlere karşın sürecin ilerleyebilmesi için tarafların siyasi olarak sağlam bir irade ortaya koymaları gerekir. Tarafların kararlılıkları ve sürecin sonunda oluşacak maliyeti göğüslemeye hazır olmaları hayati önem taşır. Zira her zaman müzakerelerin başlamasından ve barışın bir ihtimal olarak belirmesinden rahatsızlık duyanlar olabilir ve bunlar süreci baltalayan eylemler yapabilirler. Böylesi sabotajların yaratacağı olumsuzlukları ancak “barışın maliyetini yüklenmeye hazır taraflar” absorbe edebilirler; aksi takdirde süreci ilerletmek imkânsızlaşır.
Kürt meselesinde geçen yıl müzakereler yapılıyordu. Kamuoyunun haberi yoktu ama “Oslo Süreci” olarak adlandırılan süreçte her konu ayrıntılı olarak ele alınıyordu. Öcalan, İmralı ’dan barışın yakın olduğunu belirtiyordu. Ancak 14 Temmuz’da Silvan’da PKK ’nin saldırısı ile birlikte bu ümitvar hava dağıldı; varlığını sonradan öğrendiğimiz müzakere masası yıkıldı ve silahların sesi her şeyi bastırdı.
PKK
Devletin müzakerenin başlaması ve devam etmesi için asgari gereklilikleri ifade eden “şiddeti bir çıkış yolu olarak görmekten vazgeçme” ve “sürecin maliyetini yüklenmeye hazır olma” noktalarında, bugüne kadar devletin tavrı ayrıntılarıyla irdelendi. Bilhassa Silvan’dan sonra devletin hemen güvenlikçi stratejiye geçmesi, tekrar silahlara bel bağlaması eleştirildi. Devletin bu iki hususu tamamen içselleştirmediği, bu nedenle sürecin çok kırılgan bir seyir izlediği birçok kez ifade edildi. Ya PKK ? PKK , gerçekten şiddetten ve silahtan vazgeçmeye ve maliyeti göğüslemeye hazır mı?
Genel söylem itibarıyla PKK , silahlı mücadelenin miadını doldurduğunu ifade ediyor. Gerçi bunun kendileri haricinde birilerince dillendirilmesinden hoşlanmıyorlar (Mesela Baydemir bu minvalde konuştuğunda PKK çok sert tepki göstermişti Baydemir’e) ama hem Öcalan hem de diğer PKK yetkilileri defaten artık silahtan medet umulmayacağını söylediler/söylüyorlar. Son olarak Avni Özgürel ’e konuşanMurat Karayılan da “Hep birlikte siyasi çözüm için çalışmalıyız” diyor. Karayılan’a göre PKK , 12 Eylül faşizmi karşısında silahlı mücadeleye başvurmuştu, ancak 1990’lı yıllara geldiğinde Kürt meselesi artık uluslararası bir boyut kazanmış ve silah işlevini tamamlamıştı. “Bundan sonra iş artık diyalog ve siyasi çözüme kalmıştır.” Karayılan örgütün 1993’te bu noktaya geldiğini belirtiyor: “Biz Kürt sorununu nihayetinde barışçıl diyalog yöntemleriyle çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyoruz. 1993’ten bu yana diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözüm için çeşitli çabalar sergiledik.”
Fakat bunun gerçeğin tamamını yansıttığı söylenemez. Bir bütün olarak PKK ’nin “silahın devri bitti” düşüncesine geldiği söylenemez. Evet, PKK 1993’ten itibaren devlet ile birkaç defa görüşme masasına oturdu ama müzakereler devam ettiği esnada bile PKK ’de kafalarının arkasında halen “şiddeti kullanarak gidilebilecek bir mesafe olduğuna” dair fikre sahip olan son derece etkin bir grup/gruplar vardı/var. Bir başka ifadeyle, ortada tek bir PKK yok, birden fazla PKK var artık. Ve silahtan başka herhangi bir yola inanmayan PKK ’li gruplar, siyasetin önplana çıkma ihtimali belirdiğinde süreci sabote ediyorlar ve daha sonrasında çatışmaların daha şiddetlenmesine zemin yaratıyorlar.
Müzakerelerin bitmesi ve çatışmaların şiddetlenmesi, silahtan medet uman grupların elini ve pozisyonu güçlendiriyor, onların sesinin daha fazla çıkmasını sağlıyor. Bu gruplar, taleplerinin azamisini devlete kabul ettirmek için silaha başvurmaktan başka bir çare olmadığını savunuyorlar. Bu savaş odaklı dile dair üç örnek vereceğim.
İki hafta önce HPG adına açıklama yapan Nureddin Sofi, bahar aylarıyla birlikte hareket alanlarının genişlediğini belirtmiş ve “Devrimci halk savaşı hamlesiyle sonuç alınabilecek bir durum doğdu” demişti. Sofi, ayrıca “Bölgede KCK hukukunu işleteceklerini ve suçlu gördüklerine karşı eylem yapacaklarını” eklemişti.
Geçen hafta Cemil Bayık, Başbakan Yrd. Beşir Atalay’ın “Barzani, PKK ’nin silah bırakmasına yönelik çalışmalar yapıyor” demesi üzerine yaptığı açıklamada, bunları “oyalama ve teslim alma politikası” olarak nitelendirmiş ve “Direnişten başka çözüm yok” diyerek kapıları kapatmıştı.
Son olarak da yine HPG adına konuşan Fehman Hüseyin, AKP ’nin Kürtlere karşı bir yok etme politikası güttüğünü, bu durumda “hiç kimsenin ateşkes veya silah bırakmaktan söz edemeyeceğini” belirtti. Hüseyin’in yaptığı açıklamada öne çıkan üç husus vardı: İlki, “direnişin yükseleceğini ve Türkiye ’nin her yerinde eylemliliklerini yükseltecekleri” beyanıdır. İkincisi, “saldırılar arttıkça direnişin de yeni bir nitelik kazanarak çeşitleneceğini” söylemesi ve bu bağlamda “Ölümsüzler Taburunun inisiyatif kullanması kaçınılmazdır” demesidir. Ve üçüncüsü KCKhukukunun etkin olarak uygulanacağını belirtmesidir. Hüseyin, “Sömürgeci devlete askeri ve siyasi koruculuk yapanlara, özel savaşa ortak olanlara dile getirdiğimiz hukuk çerçevesinde yaklaşacağız” diyerek bundan sonra da muhalif olarak gördüklerini kaçıracaklarını ilan ediyor.
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=64343)
Mevcut halde, sorunları silahla halletmek isteyenlerin PKK içinde ipleri ellerinde tuttukları görülüyor. Bu grupların silaha sarılmalarında iki nedenin belirleyici olduğunu düşünüyorum: Biri, devlete güvenmemeleri. İkincisi, silahın kendilerine sağladığı iktidarı korumak ve hegemonik pozisyonlarını devam ettirmek istiyorlar.
Ne var ki silahı sorun çözücü bir araç olarak görmek, sorunu çözmüyor, aksine Kürt meselesini gittikçe derinleştiriyor. PKKşiddet politikasına yaslanarak devleti kendi taleplerini kabul eder noktaya çekmeye çalıştıkça, devlet de PKK ’ye çok daha sert bir şekilde mukabele ediyor. Sonuçta olan gencecik insanlara oluyor.
(Uluslararası Kriz Grubu’nun Türkiye ve Kıbrıs Direktörü Hugh Pope’a göre, son 12 ayda -161’i güvenlik gücü, 76’sı sivil ve 270’i PKK ’li olmak üzere- toplam 500’den fazla insan yaşamını yitirdi. (http://www.firatnews.biz/index.php?rupel=nuce&nuceID=64411) )
Radikal 2, 24.06.2012