Parasız eğitim yaklaşımı, politikacıların ucuz oy avcılığı için kullandıkları bir mesele olmaktan çıkartılmalı ve ülke ekonomisi göz önünde bulundurularak daha gerçekçi, sivil, demokrat ve liberal çözüm önerileri sunularak meseleye yaklaşılmalıdır. Aslında parasız eğitimin ardında saklı olan gerçek toplum ve birey üzerinde bürokrasinin egemenliğinin daha fazla pekiştirilmesidir.
Bu yıl 15 milyon öğrenci ders başı yapacak. İlköğretime bu yıl 1 milyon 307 bin çocuk kaydedildi. Türkiye’de 32 bin 662 ilköğretim okulunda 10 milyon 428 bin çocuk okuyor. Bu okullarda ise 428 bin öğretmen görev yapıyor . Görüldüğü gibi ülkemizde okullar bir hayli önem arz etmektedir.
Türkiye’de okullar; devletin itaatkâr, uyumlu, uysal ve kontrol edilebilir insan üretimini en düşük maliyetle gerçekleştirdiği kurumlardır. Bu bakımdan eğitim, birçok ülkede ideolojik bir temelde işlev görür. Ancak hakkını vermek gerek -demokratik olma unvanını hak eden- ülkeler artık eğitime dönük politikalarını daha çok evrensel değerlere doğru kaydırmaktadır. Finansmanından, eğitim müfredatlarına varıncaya kadar eğitimin kendine dönük bir yığın problemini devletçi bir siyasi zihniyetle değil de daha çok demokratik, özgürlükçü ve liberal bir anlayışla ele almaktadırlar. Doğrusu devletin eğitimin birçok alanından elini çektiği ülkelerde bilim, sanat, teknoloji ve edebiyat dallarında ciddi kalite sıçramaları gözlemlenmektedir. Türkiye ise hâlâ resmi ideolojisini eğitim kanalıyla yeni kuşaklara aktarmayı hedef yapmış ender ülkeler arasında yerini almaktadır. Türkiye’de eğitimi devlet finanse eder anayasasına göre ise eğitim, zorunlu ve parasızdır. Dolayısıyla müfredatından, eğitim politikalarına kadar eğitime dönük ne varsa tek söz sahibi devlettir.
Türkiye’de eğitimin parasız olması meselesi yıllardır tartışılan bir meseledir. Sorunun kaynağını ise ‘ekonomi’ oluşturur. Yani sorun daha çok ‘kaynak yetersizliği’ olarak ele alınır. Burada da iki farklı görüş ortaya atılıyor. Birincisi; eğer devlet eğitim parasızdır diyorsa bunun içini tam olarak doldurmalıdır. Yani bedava kitap dağıtımının yanı sıra öğrencilerin yemek, servis ve kırtasiye giderlerini de karşılamalıdır. Aynı zamanda okullara hizmetli, marangoz, güvenlik ve sağlık memuru da atamalıdır. İkincisi ise; kaynak yetersizliğinin fakir bir ülke olan Türkiye için sürpriz bir durum olmadığı gerçeği. Yani her yıl 1.5 milyon çocuğun sisteme katıldığı, 14.5 milyon çocuğun sistemde olduğu bir yapıyı dar bütçesiyle devlet tek başına kaldıramıyor. Kaldıramadığı içinde eğitim kurumlarında sürekli kalite düşüşü gözlemleniyor.
Devlet, okulların giderlerini karşılayamıyor
Son 10 yılda bütçeden MEB’e ayrılan pay, katlanarak arttı. 1999 yılında 2.1 milyar TL olan MEB bütçesinin büyüklüğü 2009 yılı itibarıyla 27.8 milyar TL’ye ulaştı. Daha önce en büyük dilimi milli savunmaya ayrılan bütçeden en büyük payı AK Parti hükümetiyle milli eğitim kapmaya başladı. 2002 yılında 4.7 milyar TL ayrılan milli eğitim bütçesi, 2003’te 10.1 milyar TL’ye, 2005’te 14.8 milyar TL, 2007’de 21.3 milyar TL ve 2009’da ise 27.4 milyar TL tahsis edildi. Önümüzdeki iki yılda bütçeden milli eğitime ayrılması öngörülen miktar 2010’da 30.6 milyar, 2011’de ise 33.9 milyar TL. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2009 bütçesi 27 milyar 883 milyon TL. Bunun 18 milyar 488 milyon TL’si personel maaşlarına, 2 milyar 131 milyon TL’si ise sosyal güvenlik primlerine gidiyor. Bu yüzden Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin yalnızca yüzde 10’u, yani 2 milyar 780 milyon TL’si yatırımlara ayrılmış durumda.
Türkiye’de devlet okul yapıyor, eğitimcilerin maaşını ödüyor, bedava kitap dağıtıyor geri kalan okul masraflarını -ki bunlar çok ciddi masraflardır- karışmıyor. Bu yükü okul idarecilerinin sırtına yüklemeyi yeğliyor. Aslında örtülü şekilde de vlet eğitimi paralı hale getiriyor çünkü Türkiye’de velilerin katkı sağlamadığı hiçbir okul yok. Aksi takdirde okullar iflas eder. Ancak buna rağmen Bakanlık her yıl genelge yayımlayarak velilerden para toplanmasını yasal suç ilan ediyor. Para toplayan müdürler hakkında yasal işlem başlatacağını söylüyor. TV aracılığıyla da velileri okullara para vermemesi konusunda uyarıyor. Bu konuda mağdur olan bir lise müdürü- “Okulun sadece temizliği için ayda 3 bin TL ödüyorum. Aylık su parası 2 bin TL. Beş personel çalışıyor. Ayda 6 bin TL sabit gider var. Ayda sadece okul kantinden 300 TL kira geliri var. Okulu 10 bin TL borçla kapattım” derken haklı olarak “ben bu parayı nereden bulayım” diye soruyordu.
Okullarda her yıl tekrarlanan ve acil çözüme muhtaç onca sorunun çözümü için ‘devlet daha çok versin’ demenin ve bu konuda ısrarcı olmanın açıkçası çözüme hiçbir katkısı olmayacaktır. Aslında bu ülkede yaşayan herkes Türkiye’nin zengin bir ülke olmadığını çok iyi biliyor. Bu durumda birbirimizi kandırmanın bir manası yok. Eğitim sendikaları bu gerçeği bildikleri halde her yıl para toplanmaması yönünde velileri kışkırtarak bir nevi bedavacı zihniyeti hortlatıyorlar. Dolayısıyla eğitimde devletin her türlü müdahalesini meşru hale getirmeye çalışıyorlar. Her yıl bütçeden MEB’e ayrılan miktar bellidir. Bu miktar eğitim parasızdır denilen bir ülkede gerçektende okulların tüm ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalıyor. Kısacası devlet vatandaşına bedava eğitim hizmeti sunamıyor. Peki, bu durumda ne yapılmalı? Ne tür çözüm önerileriyle bu sorunun üstesinden gelebiliriz?
Kaynak olarak velilere dönülmeli ancak;
Okulu küçük bir fabrika gibi düşünecek olursak piyasaya kaliteli ürün çıkartmak ve bunları pazarlamak için mutlaka okulun masraflarının karşılanması gerekmektedir. Yerel yönetimler, sanayiciler, okulun etrafındaki esnaflar ve veliler okullara kaynak aktarmalıdırlar. Parasız eğitim yaklaşımı, politikacıların ucuz oy avcılığı için kullandıkları bir mesele olmaktan çıkartılmalı ve ülke ekonomisi göz önünde bulundurularak daha gerçekçi, sivil, demokrat ve liberal çözüm önerileri sunularak meseleye yaklaşılmalıdır. Aslında parasız eğitimin ardında saklı olan gerçek toplum ve birey üzerinde bürokrasinin egemenliğinin daha fazla pekiştirilmesidir.
Devletin eğitime müdahalesi ve tekeli altında tutmasının nedenleri arasında ‘yoksullar yararına’ olduğu söylenir ancak durum hiçte öyle gözükmemektedir. Ülkemizde veliler çocuklarının eğitimini önemsiyorlar ve oldukça ciddi paralar harcıyorlar. Artık öğrencilerin dershaneye gidişleri ilköğretim 4-5. sınıftan itibaren başlıyor. Lise son sınıfa kadar özel dershanelere harcanan paraları varın siz hesap edin. Türkiye’de ortalama bir öğrenci tam dokuz yıl dershaneye devam ediyor. Üstelik tam anlamıyla kaliteli bir ilköğretim ve ortaöğretim eğitimi de almamış oluyor. Veliler özellikle devlet okullarında çocuklarının düzgün, temiz ve kaliteli eğitim öğretim ortamlarında öğrenim görmelerini arzu ediyorlar. Ancak maalesef her şeyi devletten bekleyen, bedavacı bir zihniyetin kurbanı oluyorlar. Bugün okulların kaynak yetersizliğinden doğan bir yığın problemleri velilerin bu
arzusunu gerçekleştirmede yetersiz kalmaktadır. Çocuklarına okulda tuvalete girmemesi konusunda uyaran birçok veli tanıyorum. Okul koridorları neredeyse toz bulutundan geçilmiyor. Güvenlik olmadığından çocuklara nöbet tutturulmaktadır. Buna kırılan cam, kapı pano vs. eklersek okulun acil çözüme muhtaç giderleri yukarıdaki okul müdürünün de ifade ettiği gibi bir hayli yekûn tutmaktadır. Ve Türkiye’de birçok okul hemen hemen her dönem bu tür sorunlarla boğuşmaktadır. Şüphesiz bu durumda kaliteli eğitim öğretim ortamı oluşturmak neredeyse imkânsız bir hale gelmektedir.
Okullar acilen kaynak olarak velilere dönmek mecburiyetindedir. Her ay toplanacak çok cüzi miktarlarla bu sorunların büyük bir çoğunluğu giderilir. Bunun adına ister ‘katkı payı koyalım’ ya da başka bir şey ama mutlaka kaynak olarak velilere dönmek zorunluluğu söz konusudur. Ancak bir taraftan da veliler okullarda çok ciddi denetçi rolünü üstlenebilmelidirler. Okul ortamında her bakımdan etkili olmalıdırlar. Parayı verenin sistemin işletilmesinde, sorunların çözümünde, paranın harcanmasında söz sahipliği hakkı doğmalıdır. Karar alma süreçlerinde önemli roller üstlenmelidirler. Öncelikle okul dernekleri aktif hale getirilmeli ve paranın harcanması, kontrolü tamamen velinin yani okul derneğinin elinde olmalıdır. Veli ekonomik yükünü paylaştığı okulun aynı zamanda yönetimini de paylaşabilmelidir. Okulların yerel yönetimlere devri konusu ise tekrar gündeme getirilip tartışılmalıdır.
Radikal, 28.09.2009