Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni artık biliyorsunuz.
Kimi zaman “Kırmızı Kitap” kimi zaman “Gizli Anayasa” diye anılan o gizemli belgeyi duymayan kaldığını zannetmiyorum. Askeri vesayetin alamet-i farikalarından biri haline gelen bu belge bu yıl yenileniyor. Şu anda Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği tarafından İçişleri Bakanlığı’na, MİT’e ve Genelkurmay’a taslak metin gönderilmiş.
Geçenlerde basında “müjdeli bir haber” havasında yer alan bilgiye göre taslak metinde tarikat ve cemaatler iç tehdit olmaktan çıkarılıyormuş! Ana metinde irtica ve bölücülük sözleri kalacakmış ama “irticai faaliyetler” somuta indirgenerek El Kaide, Hizbullah gibi aşırı dinci terör örgütleri olarak tanımlanıyormuş.
Aman ne güzel; ne kadar sevinsek azdır. Demek tarikatlar ve cemaatler paçayı kurtardı.
Peki, öteki “iç düşmanlar” ne olacak?
Yıllardır Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde adı iç tehdit listesinden hiç düşmeyen “Ayrılıkçı Kürtler”, “solcular”, “Aleviler”, “misyonerler”, “Hristiyan azınlıklar” ne olacak? Bütün bu kesimler isimlerinin listeden düşüp “iç düşman” olmaktan kurtulmak için kendilerine yakın bir partinin iktidara gelmesini mi bekleyecekler?
X x x
Basındaki bazı kalemlerin bu gelişmeyi “demokratikleşmeye doğru bir adım” olarak değerlendirmesi gerçekten inanılmaz bir durum. Ve bu inanılmaz durum, askeri vesayete karşı demokrasi mücadelesinin ilkeler temelinde yürütülmediği takdirde varacağı noktayı gösteriyor.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi diye bir belge hâlâ varsa; parlamento ve hükümet gibi demokratik rejimin yasal organları bir kenarda dururken birileri bir araya gelip Türkiye’nin temel meselelerindeki politikaları belirlemeye devam ediyorsa; üstelik belirlenen bu temel politikalar halktan gizlenmeye devam ediyor, birkaç bakan ve yetkili dışında milletvekilleri bile bu belgeye ulaşamıyorsa; o belgedeki iç düşmanlar değişmiş, filanca cemaat düşman olmaktan çıkmış; dış tehdit listesinden İran çıkmış da İsrail girmiş ya da Yunanistan aşağı sıraya düşmüş; belgeyi askerler değil de siviller yazmış, ne fark eder?
Mesele; Yunanistan’ın ya da İran’ın bu ülke için tehdit olup olmadığı ya da ne kadar tehdit olduğu değildir. Mesele; buna karar verme yetkisinin kimde olduğudur. Mesele; parlamento ve hükümetin yetkisinde olması gereken en temel kamu siyasetlerini demokratik çoğunlukların kontrolünden çıkararak “devlet” katına yükseltmek ve bu alanı askeri ve sivil bürokrasiye tahsis etmektir. Oysa, bir demokraside milli güvenlik dahil olmak üzere temel siyasetler konusunda karar yetkisi ve bunun siyasi sorumluluğu hükümetlere ait olmak zorundadır.
X x x
Deniyor ki, Kırmızı Kitap’ta belirlenen siyasetler devletin milli güvenliğini ilgilendiren, o yüzden de sadece dar bir çevre tarafından bilinmesi gereken siyasetlerdir. Peki neymiş bu devlet güvenliğini ilgilendiren ve seçilmişlerin bilmesi bile yasak olan siyasetler?
Bu konuda bir fikir vermesi için 2005’te MGSB yenilenirken basına sızan tartışmaları şöyle bir hatırlayalım:
Mesela o zaman basına sızan bilgilere göre, MGSB’nin yeni versiyonunda sosyal ve ekonomik sorunların, artan suç oranlarının, bölgesel gelişmişlik farklarının, devletin yeniden yapılandırılması gibi konuların iç tehdit unsurları arasına girdiğini öğrenmiştik. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin mevcut statüsünü aşma çalışmalarına ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu açma çalışmalarına engel olunması da yeni belgedeki öneriler arasında yer almıştı. Yine AB’ye üyelik, devletin yeniden yapılanması, mahalli ve kültürel özellikler gibi konular da Kırmızı Kitap’ların çeşitli versiyonlarında yer alan konular arasındaydı.
Şimdi sorarım size: Bütün bunların Meclis’te değil de, Meclis’ten gizli, kapalı kapılar ardında tartışılması için makul bir sebep gösterilebilir mi? İzlenecek Kürt politikası, AB politikası, Ruhban Okulu’nun açılıp açılmaması kararı bile Meclis’ten kaçırılıp Kırmızı Kitap’la belirleniyorsa böyle bir ülkede milletin hâkimiyetinden söz edilebilir mi?
İşte o yüzden diyorum ki, Kırmızı Kitap’ı artık siviller yazıyor; filanca grup artık düşman sayılmaktan kurtuluyor diye sevinmenin bir âlemi yok. Çünkü temel yanlış hala hiç dokunulmadan duruyor.
Bu temel yanlışın düzeltilebilmesi için Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin “doğru analizlerle” yazılması değil, hiç yazılmaması gerekiyor.
Bugün, 03.07.2010