CHP’deki sağa savrulma eğer başarılı olmazsa parti içi muhtemel bir hesaplaşmada muhaliflerin kozuna dönüşebilir. CHP, ‘Yeni CHP’ söyleminin içini dolduramaz ya da ideolojik iddialarından vazgeçerek merkezde “herkesi yakalayan bir partiye” dönüşemezse 2007’de merkez sağın yaşadığı krizle karşılaşabilir.
CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasından sonra Yeni CHP inşa edilemediği sürece, yeni toplumsal kesimlere açılarak partinin büyütülmesi çabası, bir siyasi program ve tutarlılık ekseninde yapıl(a)mayınca “savrulmalar” şeklinde telafi edilmeye çalışılıyor. Bu savrulmaların aşılması ve CHP’nin “herkesi yakalamak” isteyen bir partiye dönüşmesi de mümkündür. Ancak bu tercihin CHP’nin tarihi, ideolojik ve teşkilat mirasıyla bağdaşmasının zor olduğu kaydedilmelidir. CHP “herkesi yakala” partisi olmaya karar vermesi ve bunu uygulaması, partinin taban ve teşkilatının ikna edilmesinin yanı sıra ülkedeki genel siyasi iklime de bağlı görünüyor. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun CHP Ankara Büyükşehir Adayı Mansur Yavaş’la şehir turu atarken “Bozkurt” işareti yapması, bu savulmanın önemli bir eşiğini ifade etmektedir.
CHP sağcılaşıyor mu?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasının üzerinden dört yıl geçmesine rağmen vaad edilen Yeni CHP, parti içi ve Türkiye kamuoyunu tatmin edici bir şekilde inşa edilememiştir. Bu durumda 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri, CHP’de parti içi iktidar mücadelesi bakımından da önem kazanmaktadır. Parti içindeki Ulusalcı, sol, Baykalcı, Savcı, Sarıgülcü gibi çoğaltılabilecek hiziplerin dengelenmesi ve partinin bölünmesi tehlikesi dolayısıyla Yeni CHP bahsinde radikal adımlar atamayan Kılıçdaroğlu, bu siyaset eksikliğini Tayyip Erdoğan karşıtlığı ve yolsuzluk söylemiyle aşmaya çalışmaktadır. Yeni CHP inşa edilemediği ölçüde CHP’de oy arttırmanın yegâne yolu sağa açılmak şeklinde ortaya çıkıyor. 12 Haziran 2011’de DYP’deki Demirel kliğine açılan CHP, şimdi sağın öteki kanatlarına -Milli Görüşçü ve milliyetçi kanatlara- açılmaya çalışıyor.
Sağcı danışmanlar dönemi
CHP’nin 30 Mart 2014 yerel seçimleri kampanyasının esasını, AK Parti aleyhine 17 Aralık 2013’te başlayan yolsuzluk soruşturması oluşturmaktadır. Buna bağlı olarak CHP’nin daha önce Deniz Baykal döneminde denediği sağa açılma politikası devam etmiştir. Baykal DYP’den CHP’ye transfer edilen din sosyologu Muhammed Çakmak’la sağa ve mütedeyyin kesimlere açılmaya başlamıştır. Çakmak Kılıçdaroğlu döneminde de bu açılımın etkin figürlerinden biri olmaya devam etmiştir.
Merkez sağın AK Parti’ye gitmeyen küçük bir kısmı zaten 2011 genel seçimlerinde CHP’de yerini almıştı. Bu sefer sağa açılma merkez sağın ötesine geçerek MHP ve AK Parti kapılarına dayandı. Yerel aktörlerin pozisyonu ve etkinliği ölçüsünde etkili bazı aktörler CHP’ye transfer edilerek CHP adayı gösterildiler. CHP’nin sağa açılacağı, aslında sağın önemli bir siyasi stratejistinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na danışmanı olmasıyla anlaşılmıştı. Milliyetçi sağdan gelmekle beraber 28 Şubat Sürecinde DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’e yaptığı danışmanlıkla bilinen merhum Şükrü Karaca Kemal Kılıçdaroğlu’na danışmanlık yaptı. CHP’nin sağa açılması bu isim üzerinden yürümeye başladı. Bu çerçevede, Kılıçdaroğlu, Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın programına katılarak etkili bir konuşma yaptı; ülkücü kimliğiyle bilinen halk ozanı Abdurrahim Karakoç’un ve ülkücü camianın en ciddi düşünürlerinden Nevzat Kösoğlu’nun cenazesine katıldı.
Sağcı adaylar dönemi
Sağa açılmanın en önemli hamlelerinden biri, 2009 Yerel seçimlerinde MHP Ankara Büyükşehir Adayı olan eski Beypazarı Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın CHP’nin saflarına katılması ile hayata geçti. Mansur Yavaş teşkilattan gelen mücadeleci bir ülkücü olarak, CHP’deki Alevi ve sol kanatta 1980 öncesinin çatışma dönemindeki tarihi tepkiyi ayağa kaldırdı. Yavaş’ın adaylığı parti içinde ve parti meclisinde ciddi dirençle karşılaşsa da, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsi müdahalesiyle CHP Ankara Büyükşehir Adayı oldu. Mansur Yavaş 2009’da yerel seçimlerinde, AK Parti tabanından da oy alabileceğini göstermişti. Ankara gibi milliyetçi-muhafazakâr seçmen tabanıyla bilinen bir yerde CHP’nin adayının ancak bu tabana hitap etmesiyle bir şansı olurdu. Mansur Yavaş’ın bir başka şansı Ankaralı olması, Ankara Beypazarı’ndaki başarılı belediye başkanlığı ve yeni Büyükşehir kanunu ile bütün Ankara’nın Büyükşehir seçiminde oy kullanacak olmasıdır. Mansur Yavaş’ın adaylığı ve seçimi kazanmasa da İstanbul’daki Mustafa Sarıgül’den daha fazla oy arttırması, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu muhtemel rakibi Sarıgül karşısında güçlendirebilecekti.
CHP’nin sağa açılmasının bir başka etkili örneği Hatay’da yaşandı. Hatay’ın AK Partili Belediye Başkanı Lütfü Savaş transfer edilerek CHP Hatay Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oldu. Bu hamle Hatay’da Büyükşehir Başkanlığını kazanmak ötesinde sembolik bir önem taşımaktadır. Şöyle ki, CHP’nin sağa açılması Hatay gibi Suriye’deki iç savaş dolayısıyla mezhep duyarlılığının arttığı bir ilde CHP’nin Nusayri veya soldan bir aday göstermesiyle bir anda mezhep gerginliğinin yaşandığı ve Türkiye-Suriye, Erdoğan-Esed tartışmalarını yaşandığı öngörülmeyen bir istikamette seyredebilirdi. Bu ihtimal Hatay’ın ötesinde CHP’nin sağa açılma politikasını ve muhtemelen vakıf oldukları AK Parti aleyhindeki yolsuzluk kampanyasına zarar verebilecekti. CHP’nin AK Parti adayını transfer etmesi bu genel politikanın tahkiminin yanında yerelde muhafazakâr-sünni tabana açılmayı da beraberinde getirmiş ve CHP’nin oylarını kendi tabanının ötesine taşımış görünmektedir.
CHP’nin sağa açılması bakımından zikredilmesi gereken bir başka örnek Milli Görüş hareketinin kurucu lideri Necmettin Erbakan’ın yakını Sabri Erbakan’ın Fatih Belediye Başkanlığına aday gösterilmesidir. Erbakan soyadını taşıyan bir ismin CHP listesinden aday olması çok değil, 10 yıl öncesine nispetle inanılmayacak bir değişimi ifade etmektedir. CHP’deki sağdan aday transferi listesini Bursa ve Antalya Kepez gibi sağın güçlü olduğu yerlerdeki örneklerle arttırmak mümkündür.
CHP’deki bu sağa savrulma eğer başarılı olmazsa parti içi muhtemel bir hesaplaşmada muhaliflerin bir kozuna dönüşebilir. Öte yandan, başarılı sonuçlar üretmesi ise, Kılıçdaroğlu’nu muhalif kanada karşı güçlendirecektir.
CHP, aslında tek partili dönemdeki değişiklikler bir yana bırakılırsa 1945’ten bu yana değişmeye ve demokratikleşmeye çalışmakta ancak bunda başarılı olamamaktadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olması, CHP’de yeniden değişim ve yenilenme umudu yaratmıştı. Bu umut, şaşırtıcı bir şekilde eski Genel Başkan Deniz Baykal’ın bir kaset komplosuyla istifa etmek zorunda kalmasından sonra ortaya çıktı. 28 Şubat’tan beri CHP’nin bürokratik vesayet kurumları ve bürokratik vesayet ideolojisiyle ortak olarak yürüttüğü uzun mücadelenin başarısızlığını takip eden bu Genel Başkan değişikliği, AK Parti karşıtı cephede yeni bir umut yarattı. CHP’ye muhalif-muvafık hemen hemen bütün kamuoyu, Kılıçdaroğlu’na ve ekibine kredi açtı. Baykal ve Sav ekibinin tasfiyesi bu sayede mümkün olabildi. Kendisinin ve ekibinin yaptığı gaflar ve geri adımlar, biraz parti içi dengelere biraz da acemiliğe verilerek hoş görüldü, görmezden gelindi. Ancak Kılıçdaroğlu parti içinde Baykal ve Sav gruplarını aşarak kesin bir iktidar ve kadro kurduktan sonra da, tutarsızlıklar artarak devam etti. Bu durum, aynı zamanda CHP’nin istikametinin belirsizliğiyle beraber, Kılıçdaroğlu ve ekibine açılan kredinin sona erdiği kritik eşiğin aşılmasına yol açtı.
CHP değişemiyor
CHP tek parti diktatörlüğünün ve çok partili hayatta da bürokratik vesayet kurumlarının ortağı olmanın ötesinde, modern bir demokratik kitle partisi olmayı başaramıyor. Çünkü bürokrasiyle arasına mesafe koyacak bir istikamet ve ilkeye sahip değil. Tarihiyle ve resmi ideolojiyle hesaplaşmaya, dışlanan toplumsal kesimlere açılmaya hazır değil. CHP’nin bu bakımdan önce kendi hakikatleriyle yüzleşmesi gerekiyor. CHP, Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduktan sonra herhangi bir konuda tutarlı bir politika ortaya koyabilmiş değil. Rejim ve laiklik tartışmalarından vazgeçilerek, sadece yolsuzluk konusuna yüklenildiği için ekonomiye ve sola açılma iddiasının içi doldurulamadı. CHP’de Deniz Baykal’a atfedilen bütün problemlerin, sadece bir Genel Başkanlık meselesinden ibaret olmadığı geçen zaman zarfında anlaşıldı. Mevcut durum istikametsizlik ve yönsüzlükle beraber, omurgası kırılmış bir felç halini gösteriyor.
CHP kuruluş dönemi misyonu, ideolojisi ve kadrolarındaki bürokratik hâkimiyet yüzünden değişemiyor. Partinin ideolojik açıdan değiş(e)memesi kısmen anlaşılabilir. Ancak CHP’de strateji ve taktik değişimlerin bile mümkün olmadığı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığından sonra ortaya çıkan karmaşa ve yönsüzlükle anlaşıldı. CHP, demokratik bir rejim içerisinde siyaset yapabilecek modern bir parti hüviyetini kazanamıyor. Bu değişimi gerçekleştiremediği ölçüde de, siyasetin yerini hafiyelik, komplo, iftira, yalan ve hizipçilik alıyor. CHP’nin 17 Aralık operasyonları ve daha önce Gezi-Taksim olaylarındaki performansı egemenlik konusunda, hala 27 Mayısçı paradigmanın dışına çıkamadığını gösteriyor. Egemenliğin toplumda değil bir takım kurumlarda ve sokaklarda olabileceği düşüncesi, CHP’yi, Yeni CHP söyleminden koparacaktır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasıyla ortaya atılan “Yeni CHP” söyleminin değişen lider ve kadrolar dışında, bütünlüklü bir ideolojik programa dönüşememesi CHP’de giderek artan savrulmalara yol açmaktadır. “Yeni CHP” söylemi ve iddiası, başarılı olamadıkça yeni toplumsal kesimlere açılabilmek için Gezi’ye, sağa, Sarıgül’ün popülizmine, Cemaatin yolsuzluk kampanyasına savrulan CHP’nin Başbakan Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı dışında ortak paydasının azaldığı ve bu savrulmalardan zarar gördüğü söylenebilir.
CHP umudunu kaybediyor
CHP birbiriyle telif edilemeyecek açıklamalar, değişim ve yenileşme tartışmalarıyla bir tutarsızlık ve yönsüzlük girdabına sürükleniyor. Hâlbuki değişim ve yenilenme dönemlerinde en tehlikeli olan şey, işte bu yönsüzlük halidir. Çünkü değişim ve yenilenme, korku ve umudu harekete geçirir. Değişim eskiden memnun olanları ve yeniyle tasfiye olacakları korkuturken, vaat ettikleriyle de umut yaratır. Yönsüzlük işte bu korkuyu arttırırken, umudu ortadan kaldırır. Böylece değişim ve yenilenme için ihtiyaç duyulan temel dinamikten, yani umuttan mahrum kalınır. CHP, “Yeni CHP” söyleminin içini dolduramaz ya da ideolojik iddialarından vazgeçerek merkezde “herkesi yakalayan partiye” dönüşemezse merkez kaç güçlerin baskısı altında 2007’de merkez sağın yaşadığı krizle karşılaşabilir.