Orta Doğu: Serbest Ticaretin Medeniyet Kadar Eski Olduğunun İspatı – Nima Sanandaji

Günümüzde birçok insan serbest piyasalar ile sanayileşmenin yeni icatlar olduğuna inanır. Fakat gerçekte, piyasa modeli erken Ortaçağ boyunca İslam Dünyası’nda gelişmiştir. Avrupalılar Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da gerçekleşen ekonomi, bilim ve entelektüel alandaki ilerlemelere hep gıpta etmiştir. Bu dönemde yani erken Ortaçağda İslam Dünyası’nın başarısının nedeni ise gayet net bir şekilde serbest mübadelenin varlığıdır. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da o çağlarda sözleşme özgürlüğüne ve özel mülkiyete dayalı bir sistem vardı. Bağdat, Musul ve Halep gibi şehirlerde muhasebe, kâr amaçlı yatırımlar ve uluslararası ihracat piyasasına yönelik mal imâlatı gibi piyasa uygulamaları oldukça yaygındı.

Kadim Orta Doğu’da Ticaret

İslam Dünyası’nın Altın Çağı milattan sonra 8. yüzyıl’dan 13. yüzyıl’a kadar sürmüştür. Bu dönem (ileri) piyasa uygulamaları ve proto-sanayileşme ile karakterize edilen bir dönemdir. İşletme çeşitlerinin birçoğu; tarım işletmeciliği, astronomik aletler, seramik işçiliği, eczacılık, erken dönem petrol endüstrisi, damıtma teknolojileri, saatler, mekanik rüzgâr gücü makineleri, hasır (kilim döşemeciliği), mozaikler, çömlek ve kâğıt, parfümeri, ham petrol, ilaçlar, halat yapımı, ipek, şeker, tekstil ve silah üretimi gibi birçok iş alanı bu dönem boyunca gelişmiştir. Bu endüstriler için ilk fabrika yapıları (tiraz) burada inşa edilmiştir. Daha sonra Avrupa’ya aktarılan bu endüstrilerin tecrübe ve bilgisi Avrupa’daki erken dönem sanayileşmeyi teşvik etmiştir. Örneğin Yunanistan’daki Mısırlı esnaflar 11. Yüzyıl’da Avrupa’da basit cam fabrikalarını kurmuşlardır.

Orta Doğu’nun halk masallarının en ünlüsü olan “Binbir Gece Masalları” külliyatında görüleceği gibi, Bağdat uzun bir dönem boyunca dünyanın en zengin şehri olmuştur. Bu masallarda kahramanlar genellikle, kendilerine faydasının yanı sıra toplumun geri kalanına da faydası olan kapitalist tüccarlardır. Girişimcileri kahraman olarak resmeden Doğu geleneği iktisadî girişim sahibinin sıklıkla hain olarak yer aldığı ve maddî zenginlikten yoksun olanın kahraman gösterildiği Batı geleneğinden keskin olarak ayrılır. Bugün Batı kurumları piyasa ekonomisinin prensiplerine göre şekillenmişse de modern Batı kültüründe girişime, ticarete ve servet birikimine karşı düşmanca bakış hâlâ hüküm sürmektedir. Buna karşılık, bu kavramlar Doğu kültürlerinde iyi bir şekilde anılmaya ve övülmeye devam etmektedir.

Orta Doğu büyük bir teşebbüs tarihine sahiptir. İlk girişimciler, girişimler, ilk bankalar ve finansal borsacılar dört bin yıl önce bugünkü Irak ve Suriye olarak bilinen antik Babil ve Asur’da ortaya çıkmıştır. Zamanla, bu medeniyetlerde bulunan ve deşifre edilen kil tabletlerin birçoğunun ekonomik alım satım işlemlerini içeren bir çeşit makbuz olduğu görülmüştür. Bu makbuz niteliğindeki tabletler net bir resmi bize gösterir; bu da Orta Doğu medeniyetleri zenginleşmiş ve insanî bakımından büyük ilerleme göstermiştir zira büyük oranda piyasa temelli işleyen bir sisteme sahiplerdir. Günümüze ulaşan bu hesap makbuzları bize antik Babil’deki piyasa fiyatlarının aydan aya hatta haftadan haftaya nasıl dalgalandığını anlatmaktadır.

Robartus Johannes van der Spek ve Kees Mandemakers isimli Hollandalı tarihçiler “Babil Fiyatlarındaki İstatistikî Yaklaşımda Doğru ve Safsata” (“Sense and Nonsense in the Statistical Approach of Babylonian Prices”, Bibliotheca orientalis 2003, 60;5-6:521-537) başlıklı makalede bu durumu “Babil ekonomisinde piyasa mekanizmalarının oynadığı rol artık tartışılmaz görünüyor” şeklinde ifade etmektedir.

Bu piyasa geleneği, Makedonya Kralı Büyük İskender’in işgalinden sonra yıkılmıştır. Helen kontrolü altında, Orta Doğu, piyasa ekonomisinden uzaklaşmıştır. Yerel liderler Orta Doğu’nun yönetimine yeniden hâkim oldukça piyasalara kademeli olarak geri dönüş mümkün olmuştur. İslam fetihlerinden bir süre önce Pers topraklarında gerçekleşen mülkiyet hakkı reformları, İslam’a geçişten sonra da devam eden bir piyasa rönesansı getirmiştir.

Hz. Muhammed’in kendisi de uzun yıllar tüccarlık yapmıştır. Onun ilk eşi Hz. Hatice de bilfiil işlerini yöneten meşhur kapitalist bir tüccardır. Hz. Hatice İslam geleneğinde en önemli kadın isimlerden biri olarak görülür ve Müslümanlar tarafından çoğunlukla “Müminlerin Annesi” sıfatıyla itibar edilen bir kişidir. O, Ortaçağ’da tarihi etkilemiş bir kadın girişimci olarak nadir bir örnektir. Mekke’deki Kureyş kabilesi, Suriye’ye yaz yolculuğuna veya Yemen’e kış yolculuğuna çıkmak için kervanlarını biraraya getirdiğinde, Hz. Hatice’nin kervanı, kabilenin diğer tüm tüccarlarının kervanlarının toplamına eşit olurdu.

Bugün ise Halep ve Musul gibi şehirleri, bizler köktencilik, savaş ve çatışma ile ilişkilendiriyoruz. Oysa bu şehirler, kurumsal olarak Avrupa’ya ulaşmadan önce, serbest ticaretin, yüzyıllardır geliştiği yerler olmuştur. Musul; Çin, Hindistan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile Avrupa’yı küresel ticaret ağıyla buluşturan antik İpek Yolu’nun üzerindeki mega şehirlerden biriydi. İpek Yolu üzerinde bulunan tüm bu şehirler, sadece birçok ürünün ticaretinin yapıldığı pazarlar değil, aynı zamanda uluslararası ihracat yapan büyük imalat sanayilerine ev sahipliği yapan şehirlerdi.

Musul, Ortaçağ’ın en önemli endüstriyel merkezlerinden biri olmuştur. Şehrin çevresinden çıkarılan ham petrol; damıtılır, amonyum klorür ve beyaz kil ile karıştırılarak hamura dönüştürülür daha sonra tekrar damıtma işlemi uygulanırdı. Böylece, çeşitli petrokimyasal ürünler elde edilerek aydınlanma için yakıt üretiminde, tıbbî malzemelerde çeşitli bileşenlerin yapılmasında, bazı değerli cevher ve minerallerin çıkarılmasında ve çeşitli savaş mermisi yapımında kullanılmaktaydı.

Petrokimyasal sanayiine ilaveten Musul ayrıca perdelerin, çizgili kumaşların ve diğer tekstil malzemelerin üretildiği bir dokuma merkeziydi. Pamuk dokuma olan “muslin”in etimolojik kökeni şehrin adından gelir. İlk muslin elle eğrilen ipliklerle hassas bir şekilde elle dokunur ve 18. Yüzyıla kadar Avrupa’ya gönderilirdi. Fransızcada “mousseline” kelimesi musline benzer şekilde çok ince ve yarı şeffaf dokuma için kullanılır. Ünlü Venedikli kâşif Marco Polo 14. Yüzyılın başında Musul’u ziyaret ettiğinde Musul’un Araplar’dan, Nesturi ve Yakubî Hristiyanlardan oluşan karma bir nüfusa sahip olduğunu gözlemlemişti. Yakın bölgelerde bir kısmı Müslüman bir kısmı Hristiyan olan Kürtler yaşıyordu. Bugün biliyoruz ki, Marco Polo tarafından kaydedilmese de burada Yahudiler gibi diğer azınlıklar da yaşıyordu.

M.Ö. 1775’te iktidar olan antik Suriyeli kral Zimri-Lim’in yönetimini anlatan ilk tabletlerde Halep’ten bahsedilir. Tabletlere göre Halep (Aleppo) veya o zamanki bilinen adıyla Halabu’nun kumaş ve kıyafet yapımında önemli bir yeri vardır. Günümüze ulaşan metinlere göre bu Suriye şehrindeki piyasa geleneğinin neredeyse dörtbin yıllık tarihi var. Yüzyıllar boyunca ticaret ve iş hayatı Halep’te hayat bulmuş. Halep, Avrupa ile Çin, Hindistan ve İran arasında mal taşıyan kervanların uğrak noktası olmuş.

Suriye iç savaşında harap edilmeden önce Halep en büyük şehriydi. Halep, binden fazla dükkânın olduğu 13 km’den uzun pazarıyla meşhurdu. Savaştan önce turistleri çeken, dünyadaki en büyük pazarlardan biriydi. Bugün bu pazarlarıyla hâlâ günümüz ziyaretçilerini etkileyebiliyorsa, bir de bunun yüz yıllar önce, buraları ziyaret etmiş kişilerde bıraktığı izlenimi bir düşünün… Halep Pazarı tarihî bir piyasa kurumuydu ve bakır pazarı, yün pazarı gibi satılan ürünlerin adını taşıyan ayrı ayrı bölümleri vardı.

Modern Orta Doğu’da Ticaretin Rolü

Modern çağda, yeni bir mutfak kültürü yaratmak için farklı yiyeceklerin kombinlenerek hazırlandığı “füzyon” yemeklerin yer aldığı New York gibi uluslararası şehirler var. Antik zamanlarda da, pazar sayesinde, Halep, farklı kültürlerin biraraya getirildiği şehirlerden biri oldu. O zaman yapılan “füzyon” yiyecekler bugün hâlâ satılmaya devam etmekte. Örneğin tatlı ve ekşi tatları olan ayvalı içli köfte Çin kültüründen esinlenerek yapılmış.

Erken modern çağ boyunca, modern kapitalizmin tohumları Halep ve Musul gibi şehirlerle derin etkileşim içinde olan İtalya’da ekilmiştir. Venedikli tacirler, Halep’ten İran’a hatta Hindistan’a kadar tüm ticaret yollarında yolculuklar yapmış, ipek, baharat ve ilaç gibi çeşitli yerlerden getirdikleri ürünleri bu bölgede kumaşlarla mübadele etmiştir. İngiliz-Rus şirketinden temsilcilerin bir İran ziyaretinde, İran’da çok fazla Venedik kıyafetleri giyildiğine dikkat çekmiştir. Benzer şekilde İngiliz Levant Şirketi 1591 yılında Hindistan’a toprakta yerleşik bir ticaret yolu kurmak istediklerinde Venedikliler’in, Halep’ten Bağdat, Hürmüz ve Goa’ya giden tüm ticaret yolu boyunca kumaş ve giysi imalathaneleri /manifaturalar inşa ettiklerini görmüştür. Keza, Avrupalıların, Orta Doğuluların ve Hintlilerin birlikte çalıştığı kapsamlı bir ticaret ağı, 16. yüzyılda zaten mevcuttu.

Musul ve Halep, modern çağda antik çağda olduğu gibi yeniden gelişebilirdi ancak petrol etrafında dönen uluslararası çatışmalar ile dinî ve siyasî aşırılıklar ve etnik gerginlikler nedeniyle ne yazık ki bu gerçekleşemedi. Ancak bugün bile metropol merkezlerinin girişimci geleneği hâlâ bölgede etkili bir şekilde kendisini hissettiriyor. Geçen yıl Halep üzerine kurşunların yağmaya başlamasından kısa bir süre sonra, vatandaşlar Batı Halep’teki Chahba Palace Hotel’in etrafında toplandı. Halep Ticaret Odası’nın kadın komitesi tarafından kadınları şehrin iş yaşamına katılmasını desteklemek amacıyla düzenlenen, Uluslararası Kadınlar Günü’nde başlayan ve üç gün süren 15. Yıllık festival her gün yaklaşık altı bin ziyaretçinin katılımıyla gerçekleşti. Bu etkinlikte, iç savaş sırasında mağazaları yok edilen girişimcilerin yeni müşteriler kazanabilmesi için geçici bir çarşı oluşturularak çoğunlukla kadın olan işletme sahipleri tarafından 300 tezgâh kuruldu.

Musul’da yerel girişimciler toplumsal yaşamın yeniden inşa edilmesinde çok önemli bir role sahiptir. Şehrin çoğu bölgesi savaş alanı olsa da, mahallelerde nispeten güvenli olan işletmeler açılmıştır. O dönemde IŞİD’den temizlenen Doğu Musul’da kentin diğer bölgelerinde savaş şiddetiyle devam etmesine rağmen piyasa tekrar işlemeye başlamış, yerel girişimciler de bu bölgedeki su ve elektrik ihtiyacını, yerel otoritelerden önce karşılamayı başarmıştır.

Antik İran da aynı şekilde oldukça derin bir girişimcilik geçmişine sahiptir. Adam Smith; sıklıkla ekonomi biliminin babası ve serbest piyasa düşüncesini destekleyen ilk entelektüel olarak bilinir. Bu düşünce, Smith’in piyasanın işbölümü ve uzmanlaşma yoluyla nasıl geliştiğini ilk açıklayan kişi olmasından gelmektedir. Ancak bu doğru değildir, aslında, bu konudaki ilk açıklama Adam Smith’ten 2000 yıl önce eski Pers piyasasının işleyişini tanımlayan Yunan tarihçi Ksenofon tarafından yapılmıştır.

İlaveten, Ksenofon’un İran tarihi anlatımında dünyada ilk bilinen gönüllülük temelinde yapılan piyasa mübadelesi ifadesi burada tanımlanır. Ksenofon’un hikâyesi  döneminin iddia edilen en önemli politik figürü olan II. Kiros ile ilgilidir. Ksenofon’un hikâyesinin verdiği ders, hükümdarın ya da yöneticinin, verimli bir mübadele olduğuna inandığı şeye dayanarak pazar yerini yeniden düzenlemeye kalkmaması gerektiğidir. Ona göre hükümdar ya da yönetici ticarî faaliyetlerin sadece mülkiyet haklarına ve gönüllü mübadeleye uygun şekilde yapılıp yapılmadığıyla ilgilenmelidir. Bu görüş de serbest girişimin temelini oluşturur.

Heredot, II. Kiros’un, “Şehirlerinin merkezinde birbirlerini kandırıp yalancı şahitlik ettikleri yerler yapan yabancılardan hiçbir zaman korkmadım” diyerek Spartalı diplomatları kovduğunu kaydeder. Bu alıntı, yaygın bir şekilde Perslerin pazardaki mübadeleyi, ticareti takdir etmediklerinin kanıtı olarak yorumlanmıştır. Fakat gerçekte, Babil ve Asur gibi Pers İmparatorluğu’na dahil olan antik medeniyetler, Kiros’un saltanatı zamanında halihazırda binbeşyüz yıllık bir pazar geleneğine sahiptir.

Carl J. Richards’ın Greeks & Romans Bearing Gifts: How the ancients inspired the founding fathers (Yunanlı ve Romalıların Taşıdığı Miras: Kâdim Medeniyetler Kurucu Babalara Nasıl İlham Oldu) isimli 2008’de yayınlanan kitabında açıkladığı gibi; Kiros, Perslilerin Yunanlılara göre ahlâkî üstünlüğünü ifade etmiştir.

Richards kitabında, Perslerin Zerdüştlük inancında dürüstlüğün çok önemli olduğundan, “Kiros, gibi zerdüştlerin birbirlerini kandırmak üzere buluşulan ünlü Yunan pazarı Agora’nın ahlâksızlığı karşısında şok olduklarını” belirtir.

Antik medeniyetler arasında düşmana karşı küçümseyici yaklaşımlar oldukça yaygındır.

İran’daki serbest mübadele geleneği özelikle Pers Körfezi’ndeki Hürmüz Adası’nda erken modern çağa kadar devam etmiştir. 16. Yüzyıl’da, Portekizli kâşif Pedro Teixeira, büyük kervanların, genellikle Müslümanlar, Hıristiyanlar ve diğer farklı inançlara sahip dış dünya ile ticaret yapmak için İran’ın çeşitli bölgelerinden Hürmüz’e kadar hazır bulunduklarını yazmıştır.

Hürmüz Adası’nda ticareti yapılan mallar arasında atlar, “madder” (eski çağlardan beri deri, yün, ipek ve pamuk için kırmızı boya olarak kullanılan bir bitki türü), ravent ve işlenmiş tarım ürünü olan gül suyu gibi tarım ve hayvancılık ürünlerini ve bunun yanında da ince kumaşlar, ham ve işlenmiş ipek, dekoratif dokuma kumaşlar ve halı gibi endüstriyel ürünler de yer almaktadır.

Pers endüstrisinin bazı teknolojik başarıları Portekizli kâşifi etkilemiş, diğer başka şeylerle birlikte Pers şehri Lara’da üretilen “müstesna saf gümüş para”dan bahsetmiştir. Müslüman bir ülkede bu şehrin bu kadar gelişmesinin sebebi neydi? Hürmüz’ün Gerun limanının “serbest bir Çarşı ve Fuar alanı” olması ya da  günümüz dilinde serbest bir pazar olmasıydı.

Bu girişimci kültür Musul, Halep ve Hürmüz’de hâlâ yaşamaktadır. Esasında, serbest piyasa mübadelesi Arap, İran, Türk, Kürt, Yahudi veya Ermeni olsun tüm Orta Doğuluların kültürel DNA’sının bir parçasıdır. Petrol bağımlılığı, küresel çatışmaların ve aşırılıkların merkezinde yer almak İslamî bölgenin son zamanlarda gelişmesini engelledi. Suriye ve Irak büyük ölçüde Marksist ideolojiden etkilenen Baasçı partiler tarafından yönetildiler.

Ancak bugün devam eden çatışmaların ötesinde Orta Doğu’da piyasa ekonomisine dönüş arzusu hâlâ mevcuttur. Bunun gerçekleşmesi için dünyanın geri kalanının bölgeye yönelik tutumunun önemi büyük. Sınırlardan malları mı yoksa askerleri mi geçireceğiz? Serbest ticaret, her zaman uluslararası müdahaleci politikaların alternatifi olmalıdır.

Dr. Nima Sanandaji, ECEPR, Avrupa Girişim ve Kamu Politikası Reformu Merkezi Başkanı, Ortadoğu: Kapitalizmin Doğduğu Yer (Çeviren: Ahmet Uzun, Liberte Yayınları, 2020) başlıklı kitabın yazarıdır.

“The Middle East Shows Free Exchange Is as Old as Civilization”, HumanProgress.org, 22 Haziran 2018, https://humanprogress.org/article.php?p=1360

Çeviren: Ayyüce Dalkılıç

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et