Genelde Müslüman dünyasını, özelde Arap coğrafyasını diktatörlüğün ve militarizmin cenneti olarak niteleyebiliriz. Bu coğrafyaya en yabancı kelime özgürlüktür. Dünya Özgürlük İndeksinde bu coğrafyanın neredeyse bütün ülkeleri özgür olmayan kategorisinde zikredilmektedir. Özgürlük bu coğrafyaya yabancı olduğu kadar, baskı da bu coğrafyanın iliklerine kadar yaşadığı bir olgudur. Yıllardır yaşadıkları baskılardan bunalan halk, ilk olarak Tunus’ta ayaklandı. Tunus halkının kararlı duruşu karşısında Zeynelabidin Bin Ali isimli diktatör kaçmak zorunda kaldı ve dünyanın en korkunç diktatörlüklerinden biri olan Suud yönetimine sığındı. Zeynelabidin Bin Ali’nin eşinin ülke dışına kaçırdığı bir buçuk tonluk altın, diktatörlerin ve ailelerinin içinde bulunduğu tiksindirici yolsuzluk ve çürümüşlük bataklığının iyi bir yansımasıydı.
Tunus’tan sonra Mısır kaynamaya başladı. Günlerdir halk sokaklarda Mübarek’in istifa etmesi için protesto gösterileri yapmaktadır. Halk, kesin bir şekilde Mübarek rejiminin tarihin çöplüğüne atılmasını istemektedir. Diktatör Hüsnü Mübarek, bu talebi anlamamazlıktan gelmekte, halkın tepesine demir yumruğunu indirerek baskıcı idaresini ilelebet sürdürmenin hesaplarını yapmaktadır. Kendisinden sonra oğlu Cemal’i Mısır’ın yeni diktatörü yapmayı istemektedir. Mübarek, diktatörlüğünü gönüllü bir şekilde sonlandırmaya hiçbir şekilde niyetli görünmemektedir. Halka karşı direnmeye çabalamaktadır.
Mısır ve Tunus gibi diktatörlüğün laboratuarı olmuş yerlerde kişilere dayalı kültler yaratıldığını görmekteyiz. Şehirlerin ana merkezlerinde yükselen devasa heykeller ve resimler, diktatörlüğün şovsal yanını yansıtmaktadır. Diktatörlük rejimleri, kişi kültünün yanında kendileriyle işbirliği eden elitlere ve kendilerini halka karşı koruyacak orduya dayanırlar.Müslüman dünyadaki bütün diktatörlüklerin asıl yaratıcısı ve destekçisi ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerdir. Bütün Arap diktatörler, bu Batılı ülkelerin desteği olmadan bir hiç olduklarının farkındadırlar.
Tunus, Mısır ve Suudi Arabistan gibi örneklerde ortaya çıktığı üzere yaşanılan diktatörlük tecrübesinin en büyük kurbanı halktır. Tunus halkı, yıllarca yok sayılmış, ülke Bin Ali ailesinin çiftliği haline getirilmiştir. Mübarek diktatörlüğü de yıllardır Mısır halkını sefalete mahkum etmiş, baskıyı onların kaderi haline getirmiştir. Bütün bu diktatörlükler, aslında milyonlarca insanın onurunu, özgürlüğünü ve ekmeğini gasp etmişlerdir. Onuru, özgürlüğü ve ekmeği gasp edilen milyonlarca insan, aslında tarih dışına itilmişlerdir. Milyonlarca insan bugün ‘onur, özgürlük, ekmek’ sloganıyla yeniden tarih içinde yer almaya, gasp edilen insanlıklarını geri almak için sokaklardadırlar.
Tunus ve Mısır olayları, bütün diktatörlerin kalbinde derin bir korkuya neden olmuştur. Mısır ve Tunus’tan sonra sıranın ne zaman kendilerine geleceği korkusunu bütün otoriter rejimlerin idarecileri yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar.Kendilerini vazgeçilmez kılmak için köhnemiş eski bir gerekçeyi tekrar ileri sürmektedirler. Bu diktatörler giderse radikal İslamcıların iktidara geleceği korkusunun hem içerde hem dışarıda propaganda edildiğini görüyoruz. Mısır ve Tunus’ta halkın istediği yeni bir totaliter rejim değildir. İnsanlar, radikal İslamcıları iktidara getirmek için sokaklarda değildirler. Halkın en son ihtiyaç duyduğu şey yeni bir diktatörlüktür. İnsanlar, sadece ‘onurlarını, özgürlüklerini ve ekmeklerini” geri istiyorlar.
Mısır ve Tunus’ta yaşananlar, üç temel mitin yıkılmasını sağlamıştır. Müslüman halkların, demokrasi ve özgürlükten yana olmadığı miti yıkılmıştır.Bu olaylar, milyonlarca insanın diktatörlük ve militarizmden yana olmadığını, demokrasi ve özgürlüğe derin bir açlık duyduğunu ortaya koymuştur.Müslüman dünyasında istikrarın ancak baskıcı ve otoriter rejimlerle sağlanacağı düşüncesi yanlışlanmıştır. Diktatörlük ve baskıcı rejimlerin istikrarı sağlayan değil, istikrarı bozan ana unsurlar olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Demokrasi ve özgürlükleri koruyan bir düzenin ancak istikrarı sağlayabileceği anlaşılmıştır.Ekonomik iyileştirmeler yapmakla yetinip baskıcı ve otoriter rejimi sürdürmenin imkansızlığı ortaya çıkmıştır. Ekonomik ve siyasi liberalizasyon beraber olmalıdır. Birini tercih edip diğerini ortadan kaldırmak hiçbir sonuç vermemektedir.
ABD Başkan Yardımcısı Biden, hala Mübarek’in bir diktatör olarak nitelenmeyeceğini söylemektedir. Batı, Tunus’ta Bin Ali’den vazgeçmiştir, ancak Mısır’da henüz Mübarek’ten vazgeçmiş değildir. Zaten vazgeçseydi, Mübarek’in çoktan Mısır’dan kaçmış olması lazımdı.Amerika, Mübarek’ten vazgeçmese de halk Mübarek’in şahsında kurulu rejimi temsil eden her şeyden vazgeçmiş bulunmaktadır. Mübarek diktatörlüğünden vazgeçen milyonlarca insan, ‘onurundan, özgürlüğünden ve ekmeğinden’ vazgeçmediğini yapmış olduğu protestolarla göstermiştir. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin bu gerçeği fark etmesi gerekmektedir.
01.02.2011