24 Haziran seçimleri kampanyasında olağanüstü hâl partilerin ve cumhurbaşkanı adaylarının başlıca kampanya malzemelerinden biri. Tüm muhalefet partileri seçimi kazanırlarsa olağanüstü hâli kaldıracaklarını vaat ediyor. Sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım da seçimden sonra olağanüstü hâlin kaldırılabileceğini söyledi. Bunu, büyük bir aksilik olmazsa olağanüstü hâlin kalkma yolunda olduğunun işareti sayabiliriz. Ben de daha önceki yazılarımda olağanüstü hâlin 2018 yazında kaldırılmasının münasip olacağı yolunda görüş belirtmiştim.
Türkiye olağanüstü hâle 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra geçti. Her ne kadar gerekçede genel bir ifadeyle ‘terörle mücadele’den söz edildiyse de ana hedef FETÖ’yü tespit ve tasfiye idi. Nitekim PKK, DHKP-C gibi örgütlerle mücadele zaten devam edegelmekteydi. Dolayısıyla, olağanüstü hâlin kurulması gibi kaldırılmasının da FETÖ ile bir şekilde irtibatlı olması lâzım.
Olağanüstü hâl anayasal bir kurum. 1982 Anayasası’nın 120. maddesi bunu belirtiyor ve düzenliyor. Kuşku yok ki bir kurumun yazılı anayasada yer alması onun anayasal yönetim geleneğine uygun olmasını garanti etmez. Hemen her ülkede bu tür mekanizmalar yer alıyor. Bizi ilgilendiren her ülke değil demokrasiler olabilir. Bu yüzden, durumumuzu anlamak için demokratik ülkelere bakmamız, yani karşılaştırma yapmamız gerekir.
Tüm demokrasilerde bir şekilde olağanüstü hâl kurumu var. Yani olağanüstü hâl demokrasilere ve anayasal yönetim geleneğine uygun. Bununla beraber, olağanüstü hâlin ne zaman ilân edilebileceği ve nasıl kullanılacağıyla ilgili kural ve teamüller de mevcut. En başta gelen şartlardan biri, elbette, olağanüstü durumlarda insan haklarının korunmasıyla ilgili tartışmaların da gösterdiği üzere, olağanüstü hâlin zaman ve mekân bakımından sınırlı olması. Yani demokrasiler olağanüstü hâli kullanabilmekle beraber onu olağanlaştıramaz, kalıcılaştıramaz. İkincisi ise olağanüstü hâlin amaca matuf olarak kullanılması.
Türkiye 15 Temmuz’da korkunç bir vaka yaşadı. Bu olayı hafife alanların sadece iyi niyetinden ve demokratlığından değil insanlığından bile şüphe ederim. 15 Temmuz yüzlerce insanın vahşice, alçakça öldürüldüğü ve binlerce insanın yaralandığı, ülkenin her köşesinde darbeci askerlerin silahlarını meşru, anayasal hükümeti devirmek için kullanmaya yeltendiği vahim bir darbe teşebbüsüydü. Faili geleneksel bürokratik vesayeti modernize eden ve derinleştiren, dinî görünümlü ve söylemli, cemaat kisveli, ezoterik ruhlu, totaliter bir örgüttü. Birçoğumuz bu örgütün varlığının farkındaydık ama onu terör örgütü olarak adlandırmaya isteksizdik. Gerekçemiz silahlı adamlarının ve silahlı eylemlerinin olmamasıydı. 15 Temmuz tersini düşünenleri -meselâ zamanın HSYK’sını- haklı çıkarttı.
Bu korkunç olayın failinin tüm özellikleri, yapılanması, üyeleri, nerelere yığınak yaptığı ve daha nelere kalkışabileceği tam olarak bilinmemekteydi. Bu yüzden, bir tedbir olarak olağanüstü hâl ilan etmek ve örgütün üzerine gitmek şarttı. Bunu iktidarda kim bulunursa bulunsun yapacaktı. Hatta bugün olağanüstü hâl uygulamasına verip veriştiren bazı aktörler iktidarda olsalardı muhtemelen çok daha şedit bir olağanüstü hâl uygulamasına imza atarlardı. Bunu tarihlerinden ve ideolojilerinden biliyoruz.
Türkiye yaklaşık iki yıldır olağanüstü hâl içinde. Çok şükür, FETÖ’nün boyutları daha iyi kavrandı ve gerek toplum gerekse devlet içindeki uzantılarının tasfiyesi için adımlar atıldı. Henüz her şey tamamlanamadıysa da epeyce mesafe alındı. Başka bir deyişle, 15 Temmuz’a benzer ani bir tehlikenin doğması ihtimâli çok zayıflatıldı. Bu yüzden, artık olağanüstü hâlin kaldırılmasının düşünülmesi gerekmekte. Bunu yapmak olağanüstü hâl kurumunun selameti ve işlerliği açısından da gerekli. Çünkü, lüzumsuz uzatmalar olağanüstü hâlin meşruiyetini de etkinliğini de zaafa uğratabilir.
Şüphe yok ki devlet terörle mücadeleyi sürdürmek zorunda. İster FETÖ ister PKK olsun terör örgütlerinin peşini bırakamaz. Bu hem demokrasinin gereği hem de devlete ait vatandaşların korunması görevinin.
Olağanüstü hâl döneminde hukuken tanınan yetkilerin alan dışında kullanılması suretiyle bazı hatalar da yapıldı. Kuşku yok ki bunların en vahimleri özellikle insan haklarına ilişkin olanları. Aklıma hemen gelen i örnek Orwelyen bir lisanla taraftarlarınca ‘barış bildirisi’ adı verilen ahlâksız bildiriye imza koyan akademisyenlerin KHK ile görevlerinden uzaklaştırılması. Bunun yanlış, haksız, gereksiz ve amacına hizmet etmeyecek olduğunu defalarca yazdım. Olağanüstü hâlin kaldırılmasıyla yetinilmemeli, bu ve benzer uygulamaların doğurduğu hak ihlâlleri ve zararlar da telafi edilmeli.
Bununla beraber –ilginçtir- olağanüstü hâlin kaldırılması ihtimâlinin belirmesi neredeyse sadece onun üzerinden hükümete muhalefet edenlerde adeta bir can sıkıntısına yol açtı. Bazı kişi ve kesimler hükümete muhalefet için olağanüstü hâle atfı yeterli görmekte. Olağanüstü hâl sanki boşlukta doğmuş gibi yorumlar yapmakta. Meselâ bunlara göre Türk lirası dolar karşısında bu yüzden değer kaybediyor. Ekonomideki diğer problemler de olağanüstü hâlin varlığından kaynaklanıyor. Dedikleri doğruysa olağanüstü hâl kalkınca her şeyin yoluna girecek. Şüphe yok ki bu abartılı bir yaklaşım. Gerek ekonomideki gerekse diğer bazı alanlardaki sorunlara olağanüstü hâlin katkısı ya hiç yok ya da çok az. Bu yüzden, öyle görünüyor ki, kategorik muhalifler olağanüstü hâl gibi çok kullanışlı bir siyaset malzemesinin yerine yenilerini bulmak-koymak zorunda kalacak.
Evet, olağanüstü hâlin hâli şu: Çok geçmeden –muhtemelen Temmuz ayında- sona erdirilmek…