İnsan, bütün ihtiyacını kendi görebilecek donanıma sahiptir. Bir yere ulaşmak için ayakları, ihtiyacını temin etmek için elleri, bütün bunları organize etmek için beyni vardır. Yine aynı insan bütün hayatını tercihler yaparak sürdürür. Hayatının her aşamasında, çok kısa süre içinde, bütün detayları hesaplar ve en kârlısını tercih ettiğine inanarak hamlesini yapar. Her kararında ucuz/pahalı, yakın/uzak, hemen/sonra, kolay/zor gibi birçok özelliği aynı anda hesaplar ve kendisi için en kolay, en yakın, en çabuk, en ucuz, kısaca en avantajlı olanı tercih eder.
Madem insan kendi ihtiyacını görebilecek donanımla mücehhezdir, o zaman her insan kendi ihtiyacını da kendi görmelidir. Evini kendi yapmalı, elbisesini kendi dikmeli, ekmeğini kendi pişirmelidir. Kimseye yük olmamalı, başkasından hizmet beklememelidir. Tabii ki bütün bu ihtiyaçlarını görecek yeterli malzemeyi de öncesinde kendi hazırlamalıdır. Mesela ekmek yapmak için, öncesinde tarlasını kendi sürmeli, tohumunu atmalı, hasadını yapmalı, buğdayını öğütmeli, hamurunu yoğurmalı, fırını yakmalı, ekmeğini pişirmelidir. İlk insanlar böyleydi. Ancak birçok aşamadan geçen insanlık zaman içinde işbölümü yapmayı öğrendi ve bu sayılan işlerden bazılarını zaman içinde daha iyi yapana bırakarak, kendisi de, kendisi için daha karlı olan bir işkolunu seçti. Eskiden bütün işini kendi gören insan, belirli bir aşamadan sonra artık tarlasını kendi sürmekten vazgeçip, sürecek birine “yarıya verme” yolunu tercih etti, kiraladı. Bu tercihte, yaşı, sağlığı, rahatı, kolayı tercih etmesi artık kendisinin toprağı sürme işinden çekilmesine sebep olmuştur. Aynı insan daha sonra sırayla buğdayı öğütme işini, ücretini (bir miktar buğday) vererek bir değirmende yapmayı, hamuru makinede yapmayı, pişirmeyi ortak bir fırında yapmayı tercih ederek yavaş yavaş ekmek imalatının tümünden çekildi. En sonunda da, ekmeği, parasını vererek hazır almak, bütün bu aşamaları kendi yapmaktan daha karlı olduğu için en kolay yolu seçmiş ve ticari işletmeler olan fırınlardan temin etmeye başlamıştır.
Eğer insan bazı işleri kendi yapmayı bırakıp, bir başkasının yaptığını hazır almaya karar vermişse, mutlaka tercihini kendisi için daha kârlı olan taraftan kullanmıştır. Parasını vermiş ama daha az zaman harcamış ve daha az yorulmuştur. Yanına kâr kalan süreyi ve emeğini kendisi için daha kârlı bir başka iş yaparak değerlendirmiştir. Kendisi de başkasının çekildiği bir konuda uzmanlaşmış, başkasının zaman, emek ve para kazanmasına vesile olmuştur.
Eğer insanlar bugün, o mesleği icra edenle fırıncılar dışında, ekmek yapmayı tümden bırakmışlarsa, artık ekmeği kendisinin yapmasının maliyetinin, bir fırında toplu halde yapılmasından (zaman, para ve emek yönünden) kat kat pahalıya geleceğini hesapladıkları içindir. Ekmek yapma işleminin artık ihtisaslaşmış ve kurumsallaşmış firmaların üzerine kalmışsa, bu durum tüketicilere emek, zaman ve para tasarrufu sağladığı gibi, istediği her an istediği çeşitte ve lezzette ekmeği, istediği tazelikte ve en ucuza bulma imkânını verdiği içindir.
Bu durum, insanların bütün ihtiyaçları için geçerlidir. İnsan işe yürüyerek gitmek yerine arabaya binmeyi tercih ediyorsa, belki cebinden para çıkmakta ama zaman ve emekten tasarruf etmeyi, cebinden para çıkmasına tercih ettiği içindir. Yani kendisini mutlaka kârda hissetmektedir. Şayet diğer şehirdeki arkadaşına borcunu, parasını cebine koyup, otobüse/uçağa binip o şehre gitmek yerine banka aracılığıyla göndermeyi tercih ediyorsa, otobüs/uçak bilet fiyatıyla bankanın alacağı havale ücretini ve tabii kendine kâr kalacak zaman, emek ve para avantajını düşünerek bankayı tercih etmesi de bir kâr hesabına dayanmaktadır.
İşin tüketici tarafı böyle olduğu gibi, insanların bu hizmetini görmek üzere kurulan işletmeler için de durum benzerdir. Piyasa hem çok basit hem de çok karmaşık bir süreçtir. Talep edilmeyen hiçbir mal/hizmet üretilmez, üretilmeyen bir mal/hizmete de talep olmaz. Bir müteşebbisin fırın kurması bir üst aklın (devlet gibi) tavsiyesi ve emriyle olmamıştır. İnsanların yavaş yavaş bazı işleri yapmayı bıraktığını gören bir müteşebbis, kimseden bir garanti almadan, riske girerek, belki de zarar edeceği bir girişimde bulunur büyük bir fırın açar. Önce ekmek yapma işini henüz bırakmamış insanlar tarafından garip karşılanır, ama daha sonra onlar da ekmeği bu fırından almaya başlar. Daha sonra talebin arttığını gören bir başkası da ikinci fırını kurar. Yeni açılan fırın müşteri kapabilmek için kendini, kaliteyi artırmak ve fiyatı düşürmek zorunda hisseder. Zamanla insanlar en kaliteliyi en ucuza alma şansını, aynı sektörde faaliyet gösteren birçok firmanın bu rekabeti sayesinde elde eder. Aynı durum ulaşım sektörü için de, bankacılık sektörü için de geçerlidir. Hiçbir güç, o müteşebbise “bir minibüs al, köyden kente yolcu taşı” veya “bir banka kur da insanları para taşıma zahmetinden kurtar” diye bir telkinde bulunmamıştır. Minik minik işaretlerden böyle bir ihtiyaç olduğunu sezen birileri, küçük küçük girişimlerle, insanlara bugünkü gibi en yüksek düzeyde hizmet veren işletmeleri kurmuşlardır.
Buraya kadar anlattıklarımızın içinde unuttuğumuz bir aktör daha var. O da “devlet”. Devlet bu işletmelerin kurulup para kazanması aşamasına kadar destek, teşvik, garanti, tahsis gibi hiçbir aşamada olmadığı gibi, ne zaman ki ortaya insanların hizmetini gören bir işletme çıkıyor, o aşamada devreye girip, “şunları şu fiyattan yukarı satamazsın, hatta sattığından da bana da şu kadar pay vereceksin” diye hizmeti verenle alanın ortasına gelip oturuyor.
“Ekmek fiyatını ben müsaade etmeden artıramazsın” diyerek, o ana kadar gönüllü gerçekleşen bir faaliyetin tılsımını bozuyor ve zehirliyor. Gerekçe olarak “un fiyatlarının yeteri kadar artmadığı” gösterilse de asıl gerekçe popülizm. Yani ekmek tüketen, yolculuk yapan, banka işlemi yaptıran çoğunluğun sempatisini üç-beş fırıncıya, taksici-minibüsçüye, faizci bankacıya tercih etmek. Çoğunluğun oyunu almak için azınlığı (müteşebbisleri) çoğunluğa (tüketiciye) ezdirmek.
Gerekçe, fırınlar için un fiyatlarının, ulaşım için akaryakıt fiyatlarının zammı gerektirecek kadar artmamış olması gösterilirken, bankacılık faaliyetinde ise, onların, “faiz yoluyla halkı çok sömürmeleri” gösteriliyor. Oysa şunu göremiyorlar, serbest piyasada kimse kimseyi sömüremez ve sömürmüyor. Çünkü tüketici, bir malı veya hizmeti kendi yapmak yerine satın almayı tercih ediyorsa mutlaka kâr ettiği için bu tercihi yapıyordur. Yine bir işletme, insanların kendi yapabilecekleri bir malı veya hizmeti tüketicilere satmak için üretiyorsa o da mutlaka kâr etmek için bu tercihte bulunuyordur. Yoksa insan, kendi özgür iradesiyle zarar edeceği bir tercihte bulunmaz. İşte bu ortamda alış-veriş gönüllü bir tercih ve eylemle gerçekleştiğine göre, devletin araya girip “fiyatını şu rakamdan yukarı çıkaramazsın” demesi, çorbaya limon değil zehir sıkmasıdır. Çünkü bir ürünün fiyatını belirleme hak ve yetkisini, o işin en ince detaylarına hâkim olan müteşebbis ve satın alma özgürlüğüne sahip tüketicinin anlaşarak belirlemesi yerine, masa başında oturan bir memurun kararına bırakmaktadır. Ama zarar eden memur değil, iş sahibi olmaktadır.
İşte böyle bir durumda üreticilerin de üretimi durdurma hakkı olması gerekir. Ama Türkiye’de, günlük acil ihtiyaç olarak belirlenmiş bazı sektörlerde (gıda, ulaşım, bankacılık, iletişim gibi) böyle bir hak da yoktur. Yani fiyatın yetersiz olduğunu düşünen fırıncılar, dolmuşçular, Telekom şirketleri organize bir şekilde hareket ederek hizmet vermeyi durduramazlar. Yine bankalar, mahkemeler veya idare yoluyla “ellerinden alınan bazı haklarının geri verilmemesi halinde bankacılık faaliyetini birlikte durdurma” yoluna gidemezler.
Serbest piyasada hiç kimse kimseyi sömürmüyor ve sömüremez dedik. Peki “fiyatların, aynı dalda hizmet veren işletmelerin anlaşması yoluyla aşırı yükselmesinin önüne nasıl geçilecek” diye sorulursa cevap ne olmalıdır? Ben aslında bunda da bir mahsur görmüyorum. Hizmeti/malı üreten fiyatını koyar, tezgâhın başında bekler. Fiyatı beğenmeyen insan da satın almak yerine gider kendi işini kendi görür. Tabiî bu işin biraz zor yolu. Kolay yolu ise yine serbest piyasa mantığı içinde, rekabeti sonuna kadar açmak ve sağlamaktır. Devletin tek yapması gereken aslında budur. Odalar yoluyla fırın tekeli, tahsisatlar yoluyla taşımacılık tekeli, özel izinler yoluyla bankacılık tekeli imtiyazı oluşturmayan, isteyen herkesin istediği sektörde faaliyet göstermesine imkân sağlayan rekabeti sağlamaktır. (ama hatırlarsanız Uber, Booking konusunda bunun tam tersini gördük) Yine, bir işletme kurulmasını baştan engelleyen harçlar ve ruhsatlarla, işin devamını imkânsız hale getiren vergilerin de minimum olmasını sağlamak, tüketicilerin mal ve hizmete en ucuz ve kaliteli şekilde ulaşmasının tek, geçerli, makul, hakkaniyetli yoludur. Ama bizde böyle olmuyor. Devlet, tavşana kaç, tazıya tut diyor, fiyatı belirliyor, odalar da sektöre rakiplerin girmesini engelleyerek rekabeti önlüyor. Aslında tüketici işte böyle, devlet marifetiyle ve işbirliğiyle sömürülüyor.
Olay çok basit. Herkes istediğini yapmakta serbest. İsteyen mal ve hizmeti satın alır, pahalı bulup ücret ödemek istemeyen de bütün ihtiyaçlarını kendi görür.