Silivri’de tutuklu iki generalin ses bandının ortaya çıkmasıyla hükümetin CMK 250’deki değişiklik hazırlığının bitmek üzere olduğunu açıklaması arasında iki gün ya geçti ya geçmedi.
İki olayın art arda gelişi bir tesadüf gibi görünmüyor ama aradaki ilişkiyi henüz çözebilmiş değiliz…
Her neyse, benim asıl üzerinde durmak istediğim nokta yaratılmak istenen panik havası. Bu gerçek bir panik mi; yoksa CMK 250’nin değişmesi karşısında barikat kurmak isteyenlerin yarattığı yapay bir panik mi diye düşünmeden edemiyor insan. Hani bir zamanlar başörtüsü ile ilgili basit bir düzenleme yapılsa şeriat geldi geliyor diye bağırmaya başlayanlar vardı ya; şimdi de özel yetkili mahkemelerin ve özel yetkili savcıların yetkilerinin birazcık kısılması ihtimali karşısında “darbe geliyor” diye bağırmaya başlayanlara tanık oluyoruz.
Sanki davalar düşürülüyor
Neler yazılmıyor ki…
CMK 250’yi değiştirmekle AK Parti kendi ayağına kurşun sıkmaktaymış… Ölümcül bir hatanın eşiğindeymişiz. Bu değişiklik olursa Ergenekon ve Balyoz davalarından tutuklu 800 kişi tahliye olur olmaz ordu içinde hazırda beklemekte olan cuntanın başına geçer rövanşa kalkarmış. Nitekim söz konusu bantta da bunu açıkça söylemişler. Zaten ordudaki subayların yüzde 70’i darbe eğilimi taşıyormuş… CMK 250’ye sınır çekecek en küçük bir ayar, demokratikleşme sürecinin tersine dönmesi riskini taşımaktaymış. Sistem sivillerin tam kontrolü altında değilken yapılacak CMK 250 değişikliği, demokrasinin intihara teşebbüs etmesi olurmuş… Bu değişiklikle girilecek yol, dönüşü olmayan bir yolmuş.
Bütün bunları okuyan da sanır ki, Ergenekon ve Balyoz davaları düşüyor, mahkemeler tatil ediliyor, Silivri’nin kapıları açılıyor ve bütün sanıklar da görevlerine dönüyor.
Demokrasiyi CMK 250 mi ayakta tutuyor?
Bu ne telaş beyler? Alt tarafı bazı revizyonlar düşünülüyor CMK 250’de. Bazı yetkilerin daraltılması ve kötüye kullanımının engellenmesi söz konusu.
Siz yetkinin kötüye kullanımının sürmesinden yana mısınız? Savunma hakkıyla, yargı önünde eşitlik ilkesiyle, temel hak ve özgürlüklerle çelişen uygulamaların düzeltilmesi neden bu kadar rahatsız ediyor sizi?
Eğer 800 tutuklu serbest bırakılınca yeni bir darbe kaçınılmazsa; yani biz demokratik sistemimizi ancak bu 800 kişiyi içeride tutarak koruyabiliyorsak vay halimize! Darbe için her şey bu kadar uygunsa, ordunun da yüzde 70’i halen darbeciyse, cunta pususuna yatmış o subaylar “taze” 800 adam mı bulamıyorlar? Bu ülkenin hükümeti, güvenlik kuvvetleri, MİT’i, salıverilen tutukluların çıkar çıkmaz yeniden cuntalarının başına geçmesini seyredecek kadar acz içinde mi? Bu ülkede demokrasiyi CMK 250 mi ayakta tutuyor ki, bu maddede yapılacak en küçük bir ayar (dikkatinizi çekerim; en küçük bir ayar deniyor) demokratikleşme sürecini tersine döndürsün?
Gaflet içinde olmayalım ama…
Ses bantlarını dinlediğimiz generaller durum tahlilinde o kadar isabetli olsalardı bugün orada olmazlardı. O yüzden, “üç zamanda” eski günlerin geri geleceği umutlarını fazla ciddiye almak doğru mu bilemem.
Ama yine de gaflet içinde olmamak gerektiğine katılıyorum. Elli yıllık vesayetçi yapının üç beş yılda yok olmasının, ordunun genlerine işlemiş olan darbe geleneğinin temizlenmesinin o kadar kolay olmadığını; geri dönüşün mümkün olduğunu bilmek ve tedbiri elden bırakmamak lazım. Ne var ki, demokratik rejimin kendini sağlama alması ceza muhakemesi kanunuyla olamaz. Rejimi geri dönüşü olmayan bir biçimde sağlamlaştırmanın yolu, vesayet kalıntılarını bir bir temizlemek, yapılan değişiklikleri kurumlaştırmak; demokrasinin çıtasını yükseltmek ve yeni bir gelenek oluşturmaktır. Daha adil, daha özgürlükçü, daha birey odaklı bir hukuk sistemi yaratmak da oluşturulması gereken yeni geleneğin önemli bir parçasıdır.
Kötülüklerle demokrasi içinde savaşmayı öğrenemedikçe kötülüklere karşı kalıcı zafer kazanamayız. Ne yazık ki son dönemde olan biraz da budur. Ergenekon ve Balyoz davalarında ortaya çıkan hukuki şaibeler bu davalara olan kamuoyu desteğinde belli bir erozyon yarattıysa, bu durum demokratik rejim için 800 tutuklunun serbest kalmasından çok daha büyük bir tehlikedir. Zira darbeci mihrakları yeniden umutlandıracak en önemli unsur kamuoyunun kararsızlaşması ve tarafsızlaşmasıdır.
Kahraman savcılarımızı unutmayacağız
“Cuntalar belki tespit edilebilir ama bu ülkede cuntaları devlet gücüyle mahkemeye sürükleme işi ilk kez özel yetki sayesinde oldu” diyor Gültekin Avcı, o özel yetkili savcıların, arkalarında güçlü bir siyasi irade olmasaydı o soruşturmaları bırakın bitirmeyi, başlamalarının bile mümkün olmayacağını göz ardı ederek…
Görünen o ki, bazıları Türkiye’nin darbelerle hesaplaşma sürecini sadece özel yetkili mahkemelerin ve özel yetkili savcıların marifeti gibi görüyor.
Bu halk kadirbilmez bir halk değildir. Özel yetkili savcıların şimdiye kadar yaptıklarının önemini biliyoruz. Ergenekon davalarını başlatan, derin devleti ilmik ilmik çözen ve bu işi kelle koltukta yapan kahraman savcıları hiçbirimiz unutmayacağız, onları her zaman minnetle anacağız. Ama şunu da bileceğiz ki, bu dönüşüm sivil toplumuyla, siyasetçisiyle, basınıyla ve yargısıyla topyekûn bir mücadelenin sonucudur.
Bu unsurlardan herhangi birinin dönüşümü kendi eseri zannetmeye başlaması ciddi bir probleme işaret eder.
Bugün, 02.06.2012