Başbakan üzüntü duyuyor, Davutoğlu ‘oruçtan bile ağır geldi’ diyor, cumhurbaşkanı ‘devletin sorumluluğu var’ diyor, ama daha bir şey yapılmadı ve bir bekçi bile mahkum edilmiş değil”.
Böyle diyor Hrant’ın Arkadaşları’ndan Garabet Paylan. O da adalet bekleyen pek çok vatandaş gibi davanın gidişatından umutlu değil.
İnternette “Hrant Dink Cinayeti Dördüncü Yıl Raporu” yazıp tıklayın, bu karamsarlığın sebebini gayet iyi anlayacaksınız. O fotoğrafta derini ve sığıyla devlet çok net biçimde göründüğü için bu umutsuzluk.
Avukat Fethiye Çetin, gayet sade ve olgusal gerçekler üzerinden nelerin yapılmadığını, daha doğrusu olayın aydınlatılmaması için nelerin yapıldığını, polemiğe mahal bırakmayacak netlikte anlatıyor.
***
Taammüden işlenmiş kolektif bir cinayet bu. Bütün bir sistemin röntgeni bu cinayette saklı ve bunu çözmeden arınmamız mümkün olmayacak.
Bu ülkede çarkların nasıl döndüğünü bildiğim için, bu davada sanık sandalyesinde oturması gerektiğine inandığım kurumlardan bir beklentim yok.
Peki onları dönüştürme iddiasında olan bir siyasi aktör olarak AK Parti Hükümeti bu konuda üstüne düşeni yapıyor mu?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderilen o rezil savunma, bürokratlar hakkında verilmeyen soruşturma izinleri ve hepsinden somut olarak MİT’in bütün bu süreçten haberdar olup olmadığına ilişkin soruya Başbakanlık tarafından gönderilen ciddiyetsiz cevap, tersini düşündürüyor (Hatırlayalım, ne demişti Başbakanlık İletişim Merkezi? “Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletmeniz gerekmektedir”).
Sureti haktan görünen bürokratların yörüngesine girmek, her hükümet için kötüdür; ama “çevre”den geleni için felakettir. O bürokratlar ki, koyunu bıçağın altına götürürler; hem de kendi ayağıyla.
Eğer Demokrat Parti, 6-7 Eylül Barbarlığını tezgahlayanların üzerine gidebilmiş olsaydı, belki de beş yıl sonra kendisini devirecek olan derin canavarın da defterini dürebilecekti. Ama yapmadı. Ahlaki ve siyasi anlamda vahim bir hata yaptı; “devri sabık” yaratmadı; adaleti “realite”ye, daha doğrusu öyle sandığı seçeneğe kurban etti ve sonuçta kendisi kurban haline geldi.
İnanıyorum ki, bugün Hrant’a musallat olan ve tetiği çektiren derin unsurlarla uğraşanlar bile, en azından bildikleri halde gerekli önlemi almayarak bu cinayette pay sahibidirler.
Ama tam da bu yüzden gittiği yere kadar götürmek ve bu cinayet dosyasını adaletle kapatmak gerçek bir arınma olacak.
Hükümet bu dava için “namus borcu” demişti. Gerçekten de öyledir ve biz bu borcun daha fazla geciktirilmesini istemiyoruz. Bunu ödeyemeyen hükümet sadece “kul hakkı”yla gitmekle kalmayacak, iktidarı da kaybedecek. Çünkü dar kafalı realistler bilmez ama ahlaki olan ile faydalı olan birbiriyle çelişmez.
Sözü burada Markar Esayan’a bırakıyorum:
“Başbakan Erdoğan’a seslenmek istiyorum şimdi, Sayın Arınç’a, Davutoğlu’na da…
İçinize siniyor mu Dink cinayetini işleyen, örtbas eden bir devleti bu haliyle yönetmek?
Hrant Dink spor olsun diye öldürülmedi, asıl hedef sizin iktidarınızdı, darbeydi, AB üyeliğiydi.
Hrant sizin döneminizde, sizin tayin ettiğiniz yetkililer görevdeyken öldürüldü.
Dink cinayetinin çözecek siyasi iradeyi ortaya koymak sizin boyun, namus ve iman borcunuzdur”.
Not: Yarın saat 15.00’de Agos’un önünde olacağız. Her yıl olduğu gibi. Bu iradenin erimesine fırsat vermeden, Müslüman, Hıristiyan, Türk, Kürt, Ermeni, hep beraber. Hak yerini bulana kadar…