Mustafa Akyol’un İslam ile liberalizm arasındaki bağlantıyı berraklaştırma çabasını çok sevinerek izliyorum. Özgürlükçü dindarların İslami fikriyata yapacağı katkılar paha biçilemez derecede önemli. Ama bu hoşnutluğum onun son yazısını bazı yönlerden eleştirmemi engellemiyor. Akyol’un Zaman Gazetesi’ndeki bazı yazarların liberalizm algılayışının sığ olduğu fikrine ben de fazlasıyla katılıyorum. Bazı İslamcı yazarlar, yetersiz birikimlerini revize etmezler ise liberal dindarlar karşısında entellektüel saygınlıklarını gelecek beş yılda koruyamayacakları kanaatindeyim.
Ama bugünkü meselem Akyol’un İslam ve ideoloji hakkındaki argümanlarına bazı katkılar yapmak olduğu için yukarıdaki konuyu uzatmıyorum. Akyol’a itiraz edeceğim temel husus dinlerle siyasi ideolojiler arasında yaptığı sert ayrım. Genelde dinlerin özelde İslam’ın kapsamlı siyasî ya da iktisadî sistemler olmadıkları fikrine katılmamak pek mümkün değil. Ancak Akyol bu argümanın hemen akabinde siyasi ideolojilerin tarihsel olduğunu ve dolayısıyla hangi siyasi ideoloji çağın gereklerine karşılık veriyorsa onun takip edilmesi gerektiğini iddia etmesi fazlasıyla tartışmalı bir konu. Akyol, bunu yaparak İslam’ın liberal bir yorumunun yapılmasını çok kaygan bir zemine oturtmuş oluyor. Ben şahsen Akyol’un ideolojiler konusundaki konumunu pek anlayabilmiş değilim. Bu oldukça tarihsici ideoloji anlayışının ne tür sonuçları olabileceğini düşünmeden edemiyorum.
Örneğin sosyalist planlama iktisadi açıdan imkansız olmasaydı ve komünist devletler Batılı muadillerinden ekonomik açıdan daha üstün duruma gelselerdi İslam için durum ne olacaktı? Bireysel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü, tercih özgürlüğü, hoşgörü gibi temel liberal kabuller Akyol için işe yaramaz modalar durumuna mı gelecekti? Akyol, gelir seviyelerinin eşitliği uğruna İslam’ın kollektivist yorumlarına itibar mı ederdi? Hatta dinlere karşı radikal Marksist eleştirileri kabullenip İslam’ı gönüllere hapsetme taraftarı olur muydu?
Tüm bu sorular Yirmi Birinci Yüzyıl’ın başında sorulduğunda anlamsız gelebilir ama bundan elli sene önce hiç de anlamsız değildi? Bundan elli sene sonra hangi tür sistemin daha geçerli olduğunu nereden bileceğiz? Tarihi şekillendiren fikirler illa doğru fikirler midir?
Vahye dayalı dinlerin tamamen dinsel olduğu ve zamanla değişmeyecek ilkeler getirdiklerini kabul edebiliriz. Ancak dinler tarihi bize bu ilkelerin çok azının yeni koşullara uyarlanma ihtiyacı hissedilmeden yaşayabildiklerini göstermektedir. Dolayısıyla genelde dinler özelde İslam sadece dinî içerikli bir sistem olamaz. Dinlerin şekillenmesinde, siyasî, iktisadî, kültürel ve dinî bir çok belirleyicinin sürekli birbirlerini etkiledikleri çok açıktır.
Nasıl ki, İslam’ın kendi içinde bütüncül bir sistem olduğunu düşünenler aslında şu ya da bu ideolojiden fark etmeden fazlasıyla etkilenmişlerse, dini zamanın koşullarına göre yorumlayarak çağı yakalayalım düşüncesi de çağa hâkim olacak fikirlerin hâkim dinî düşünceyle birlikte geliştiği gerçeğini göz ardı etmektedirler. Eğer dini bağımsız bir bütünlük olarak kavramak mümkün değilse geleceği şekillendirecek olan dinî fikirlerin nasıl gelişeceğine ancak zamandan ve mekândan bağımsız olduğunu düşündüğümüz evrensel ilkelerle yön verebiliriz. Diğer türlü nasıl bir gelecek istediğimiz sorusunun cevabını kendi dışımızda birçok farklı belirleyiciye havale etmiş oluruz. İnsanın ve onun ideallerinin geleceği değiştirme gücünü hafife alırız.
Ayrıca dini zamanın koşullarına göre yorumlama iddiası da fazlasıyla otoriter bir modernleşme söylemi olmaktan kurtulamaz. Dinî kabullerdeki değişim ancak o dinin inanları tarafından talep edilip, kabul edilince anlamlı olur. Dindarların nasıl bir dünyada yaşamak istiyoruz sorusunu kendilerine yöneltmeleri ve bu doğrultuda dinî fikriyatı şekillendirmeye çalışmaları şart.
Eminim Mustafa Akyol da zamandan ve mekândan bağımsız ilkelerin önemini benim kadar takdir ediyordur. Ancak bazen savunduğumuz fikirlerin mantıksal sonuçlarını yeterince hesaba katamayabiliyoruz. İdeolojilerin tarihselliği ve medeniyetin gelişme evreleri hakkında özellikle Lord Kames, Adam Smith ve William Robertson gibi İskoç filozofların teorileri bir başlangıç noktası sağlamaları açısından önemli kaynaklardır. Daha derin ve verimli bir tartışma için belki de İskoç “varsayımsal tarih” (conjectural history) teorisi üzerine daha fazla düşünmemiz gerekecektir.
08.04.2010