Anayasa değişikliği muhaliflerine karşı ne yapılmalı?

Anayasa değişikliğine şiddetle karşı çıkan kesimlerin dürüst ve içerikli bir tartışma yapmaya çalışmak yerine dezenformasyon taktiklerine, kelime oyunlarına ve hatta tehdit savurma yoluna başvurmaları beni hiç şaşırtmıyor.
 
Bu tavırlarına alışığım. Beni şaşırtan, gerçekleri tersyüz etmede hayli başarılı olmaları. Daha da şaşırtansa, bazı akademisyenlerin de bu koroya katılması ve bugün söyledikleriyle akademik sicillerine gelecekte de karşılarına çıkabilecek utanç verici lekeler sürmeleri.

Gerek militan gazetecilerin gerekse bu tür az sayıdaki akademisyenin dillerine pelesenk ettiği bir kavram, uzlaşma. Diyorlar ki: “anayasa geniş uzlaşmayla yapılmalı veya yenilenmelidir. O sıradan bir kanun metni değildir. Bir toplumsal sözleşmedir, bu yüzden her kesimin katılacağı bir hazırlık ve müzakere süreciyle anayasa değişikliği gerçekleştirilmelidir.” Hiç şüphesiz, bu argümanlar genel doğrulardır. Bundan dolayıdır ki anayasaların değiştirilmesi meclislerin basit çoğunluğuna bırakılmak yerine vasıflı çoğunluklara bağlanmaktadır. Ancak, bu doğrulardan Anayasa’nın AKP’nin teklif ettiği şekilde değiştirilmesine karşı çıkanlara destek unsuru bulmak, tekeden süt çıkarmak kadar zordur.

411 OY UZLAŞMA DEĞİL MİYDİ?

Her şeyden önce uzlaşma, toplumun yüzde yüz mutabık olması değildir. Bu, toplumun tabiatına aykırıdır. Anti–demokratik rejimler tam mutabakat sağladıkları veya ona yaklaştıkları iddiasında bulunabilirler. Ancak, bu uzlaşma normal değil, manipüle edilmiş bir uzlaşmadır. Çoğulcu bir ortamın sonucu değildir, devletin toplum üzerindeki baskı ve zora dayalı tahakkümünün işareti ve neticesidir. Bir siyasi rejimde tam uzlaşma varsa onun demokrasi olması beklenemez. Şu halde, demokraside ve demokratikleşmede tam bir uzlaşma olmasını umut edemeyiz. İkincisi, uzlaşma olması için tarafların müzakereye, alıp vermeye hazır olması; makul önerilerle ve ikna etmek kadar ikna edilmeye de açık ve hazır olarak tartışma meydanına çıkması gerekir. Oysa, sürekli uzlaşma çağrısı yapanlar ne uzlaşmayla ne kastettiklerini açık etmektedir ne de gerçekten uzlaşma aradıklarının kanıtı olacak teklif ve telkinlerle boy göstermektedir. Söylemleri analiz edildiğinde, onların asıl kastettiğinin tarafların uzlaşması değil, iktidar kanadının onların düşüncelerine teslim olması olduğu anlaşılmaktadır. Uzlaşma derken şunu demek istiyorlar: “Bu anayasa değişmez ve değiştirilemez. En azından sen bunu yapamazsın. Bu yüzden bu sevdadan vazgeç. Benim sana uygun bulduğum yerde ve pozisyonda dur.” Bunun neresi uzlaşma çağrısıdır? Bu olsa olsa teslimiyetin uzlaşma olarak adlandırılmasıdır. Anayasa değişikliğine muhalefet edenler, önce TBMM’nin Anayasa’yı değiştirme hak ve yetkisini kabul ettiğini ilan etmeli, sonra Türkiye’nin sözüm ona gerçeklerine değil, anayasal yönetim geleneğinin genel ilkelerine uygun karşı önerilerle ortaya çıkmalıdır. Bunu yapmadıkları sürece gerçekten uzlaşma talep ettiklerine inanamayız.

Uzlaşma esastan çok usul kurallarında aranmalıdır. Muhtevada tam olarak anlaşmak imkânsızdır; ama değişikliğin hangi kurallarla yapılması gerektiği üzerinde daha genel bir mutabakat sağlayabiliriz. Eğer uzlaşma fikrini tam anlaşma olarak anlarsak, küçük grupların sistemi kilitlemesine ve büyük çoğunlukları esir almasına sebep oluruz. Nitekim 1980 askerî cuntası tarafından dindarların önünü kesmek için getirilen % 10 barajından yıllarca şikâyetçi olmayanlar, şimdi, bu barajın, muhafazakâr siyasî hareketlere yaradığı için kaldırılmasını istemekte ve koalisyon hükümetlerinin doğmasını temenni etmektedir. Demokrasilerde elbette koalisyon hükümetleri olabilir; ancak, yakın dönem siyasi tarihimiz koalisyon hükümetlerinin bürokratik vesayetle mücadele edemediğini göstermektedir. Bu yüzden, baraja karşı çıkıp koalisyon hükümeti isteyenler, gerçekten demokrat iseler, önce bürokratik vesayete karşı çıkmalıdır. Bir sıralama yapmak gerekirse, bürokratik vesayet sorunu baraj sorunundan elbette daha önce gelmektedir.

Geçen pazar günü bir televizyon programında konuk olan bir siyaset bilimi profesörünün uzlaşmayı koalisyonlarla abartılı şekilde ilişkilendirmesi çok tuhaf kaçmıştır. Aynı kişinin mevcut Anayasa’yı değiştirme teşebbüsünü 12 Eylül Anayasası’nın yapılma tarzıyla benzeştirmesiyse dehşet verici olmuştur. Onun sandığının tersine, halk 1982’deki referandumda Anayasa’ya onay vermekten çok cuntacıları kışlasına göndermek için evet demiştir. Zorbalık ve baskının hükmettiği, aleyhte propagandanın yasaklandığı bir ortamda oylama gerçekleşmiştir. Bugün öyle midir? Bugün yargı bürokratları dahi siyasi mesajlar yağdırarak ortalıkta dolaşmakta değil midir? Sonra, Anayasa’nın 10. ve 42. maddeleri, eğitim hakkını ve vatandaşların eşitliğini kuvvetlendirmek için AKP-MHP işbirliğiyle 411 oyla değiştirildiğinde bugün uzlaşma şarkıları çalanlar “işte uzlaşma” diye şapka mı çıkarmış yoksa “411 el kaosa kalktı” diye yargı darbesine çanak mı tutmuştur? Tek başına bu olay bile bugün uzlaşmacılığı kimseye bırakmayanların aslında uzlaşma diyerek diğerlerinin kendilerine –yani hayli küçük bir azınlığa– teslim olmasını talep ettiğini göstermektedir.
 
HALKA ŞİKAYET DE BİR YÖNTEM

Evet, uzlaşma arayışları olmalı ve dürüst tartışmalar yapılmalıdır. Taraflar argümanlarını açıkça ifade etmelidir. Mesela, CHP-MHP ve yüksek yargının devamlı konuşan mensupları bize HSYK yapılanmasında önerilen değişikliğin niye yargı bağımsızlığına aykırı olduğunu izah etmelidir. Öyle olduğunu söylemek öyle olduğunu kanıtlamaya yetseydi ne hukukta ne de başka bir alanda akıl yürütme, argümante etme çabasına gerek olurdu. Sormak lâzım: TBMM’nin HSYK’ya üye seçmesi niye yanlıştır? Yargının siyasîleşmesinden korkuluyorsa toplum bugün HSYK’da siyasîleşme olmadığına nasıl ikna edilecektir? Toplumdaki siyasî çoğulculuk niye yüksek yargıda yansımamaktadır? Yüksek yargıçların TBMM’nin HSYK’ya üye seçmesine karşı çıkmasını hadi anladık diyelim, Yargıtay ve Danıştay’da HSYK’ya üye seçme yönteminin değiştirilmesine karşı çıkmalarının sebebi nedir? Seçimlerde % 10 barajının kaldırılmasını ve her görüşün Meclis’e yansımasını talep edenler, aynı şeyi yargıdaki seçim sistemi için niçin düşünmemekte, kontrolü ele geçirmiş bir kliğin tahakkümüne niye karşı çıkmamaktadır? Kürsü hâkimlerinin HSYK’ya üye seçmesi önerisinden niçin rahatsızlık duyulmaktadır? Hâkimler arasında askeriyede olduğu gibi bir hiyerarşi ve dolayısıyla yargı sisteminde bir merkezîleşme mi talep edilmektedir?

Soru çok, ama bunlara devletçi sistemin sadık bekçilerinin, ister politikacı ister gazeteci ister akademisyen olsunlar, mantıklı cevaplar vermeleri zor. İşte bu yüzden gürültü yapma, yaygara koparma, suçlama ve tehdit etme yoluna başvuruyorlar. Demokratların onlara aynı şekilde karşılık vermesi yanlış olur. Yapılması gereken, açık ve dürüst bir tartışma ortamına bütün tarafları çekmeye çalışmak ve militaristler ikna edilemiyorsa onları halka şikâyet etmektir.

Zaman, 09.04.2010
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et