Bugünün dünyasında kabul gören ve işlevsel olan siyasi sistem demokrasidir. Demokrasi, siyasi eşitliğe dayanır, yani vatandaşlar arasında yönetimde söz sahibi olma konusunda fark ve ayrıcalık yoktur. Tarih boyunca tüm yönetim biçimlerini tanımlayan bu türden özellikler vardır.
Yönetim biçimleri ile ilgili ilk analitik bilgileri Aristoteles, Politika kitabında yazdı. O, altı tür yönetim biçiminden bahsetti. Bunları diktatörlük, krallık, oligarşi, aristokrasi, demokrasi ve orta sınıf iktidarı şeklinde belirledi. Bu yönetim biçimleri taşıdıkları özelliklere göre ayrılır. Bu özellikler ise niceliksel ve nitelikseldir. Niceliksel ayrım, yöneten kişilerin sayısıdır. Eğer bir ülke, tek kişi ile yönetiliyorsa buna krallık ya da diktatörlük adı verilir. Krallık ve diktatörlük birbirinden niteliklerle ayrılır. Eğer kral, belirli kurallara bağlı olarak hareket ediyor ve bireylere baskı yapmıyorsa ona diktatör denmez. Diktatörler keyfidir, hakları tanımaz.
Bu sınıflamaları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bugün için temel sorun, Müslüman dünyada genel olarak hangi yönetim biçimlerinin hâkim olduğudur. Görünürde üç yönetim şeklinin hâkim olduğu söylenebilir. Birincisi, diktatörlüklerdir. İkincisi, krallıklardır. Üçüncüsü ise demokrasilerdir. Diktatörlükler keyfi, kuralsız ve bir kişinin idaresine dayanan yönetimlerdir. Vatandaşların yönetimde söz hakkı olmadığı gibi bireysel, siyasi ve ekonomik özgürlüklerden de mahrumdurlar. Irak’ta Saddam’ın, Tunus’ta Zeynelabidin’in, Libya’da Kaddafi’nin ve Mısır’da Hüsnü Mübarek’in iktidardan düşmesinden sonra bugün diktatöryel yönetimler, Suriye’de ve bazı Türki Cumhuriyetlerde hala devam ediyor.
Krallıklar, kısmen daha esnektir. Siyasi haklar konusunda diktatörlerden farkları olmamakla birlikte bazı bireysel ve ekonomik haklara kısmi riayet vardır. Müslüman dünyadaki krallıkların tipik örnekleri, Suudi Arabistan, Ürdün ve Fas’ta görülür. Türkiye, Malezya, Pakistan, Afganistan, Bangladeş ve İran gibi ülkelerde ise demokratik yönetimle vardır. Bunlar arasında İran’ın özel bir yeri olduğunu hatırlatmak gerekir. İran demokrasisi, dinsel vesayet altındadır; bu yüzden bu yönetime, teokratik demokrasi denebilir. Farklı vesayet biçimleri aslında diğer demokrasilerde de nispeten vardır. Örneğin, Pakistan ve Afganistan’da şiddet gruplarının ülke demokrasisi üzerinde vesayetleri vardır.
Daha genel bakıldığında Müslüman dünyadaki tüm yönetimler, kendilerini demokrasi olarak tanıtırlar. Beşer Esad, birkaç yıl önce “başkanlık” seçimini yüzde doksanlarla kazandığını ilan etmişti. Aklı başında insanlar, yüzde doksanla kazanılan bir seçimin normal ve demokratik olmadığını iyi bilir.
Mısır, fıkralara yansıyacak kadar komik bir demokrasiye sahiptir: Bu demokraside her seçmene üstünde adı yazan oy pusulaları verilir, oylar açıktan kullanılır ve sayımlar gizli yapılır. Fıkra şöyledir: Bir Türk Mısırlı bir kadınla evlenir ve vatandaşlık hakkı kazanır. Oy günü İhvan-ı Müslimin’den bir arkadaşı ile oy kullanmaya gider. Her iki arkadaş oylarını kullandıktan sonra geri dönerken Türk, Mısırlı arkadaşına hangi partiye oy verdiğini sorar. Arkadaşı bir anda buz kesilir ve Mübarek’e verdiğini söyler ve Türk’e sorar. Yoksa sen İhvan’a mı verdin? Türk evet deyince Mısırlı arkadaşını kolundan tutuğu gibi sandık başına tekrar geri getirir ve sandık başkanına arkadaşının yanlış partiye oy verdiğini söyler. Sandık başkanı, Türkü gözüyle sert bir şekilde süzdükten sonra “Tamam endişelenmene gerek yok, ben senden sonra bu hatayı düzeltmiştim, bir daha olmasın” der.
Tüm bu farklı görünen yönetim tarzlarına rağmen Müslüman dünyada iktidarlar arasında önemli bir benzerlik vardır. Genel olarak hâkim olan yönetim biçimi demokrasi, diktatörlük ya da krallık değildir. Bu yönetimler, belirgin şekilde oligarşi özelliği gösterir. Oligarşi, genel anlamıyla mülkiyet sistemine dayanan yönetim şeklidir. Zengin olan aile veya gruplar, zenginliklerini artırmak için yönetimdedirler. Birkaç aile yönetimde yetki sahibidir ve onlar aynı zamanda ülkenin bütün ticari faaliyetlerini kontrol edeler.
Müslüman ülkelerin neredeyse tamamında oligarşi vardır. Oligarşinin varlığını besleyen en temel neden, devletçiliktir. Müslüman ülkelerin neredeyse tamamında devlet sermayesi hâkimdir. Ahbap-çavuş kapitalizmi veya devlet kapitalizmi gibi isimlerle anılan bu sistemde devletin tek amacı, ticari faaliyetleri ailelerin elinde tutmaktır. Bu nedenle serbest ithalat ve ihracata izin verilmez. Bu aileler içinde de bir hiyerarşi vardır. Genelde kazançlı olan sektörleri beş ile on arası aile kontrol eder; daha düşük karlı sektörleri de bu ailelerin onayını almış başka aileler kontrol eder. Ancak bu sayının artmasına hiçbir zaman izin verilmez.
Bu oligarşinin tipik örneği, Suriye’dedir. Esad ailesi başta olmak üzere çoğu Nusayri ve Yezidi, birkaçı da Sünni olan aileler ülkeyi yönetir. Aslında bir yönetim yoktur ortada. Vatandaşların hakları, kanuna bağlılık, ülke güvenliği gibi endişeler yerine sadece iktidarı koruma çabası hâkimdir. Kamu otoritesi, merkezdeki beş ailenin ticari ilişkilerini organize etmek için kullanılır. Beyaz eşyayı, arabayı, bilgisayarı, temizlik ve bakım malzemelerini, gıdayı ve ilacı bu aileler pazarlar. Onların dışında kimsenin büyük ticari faaliyete girmesine izin verilmez. Halkın sınırlı bir zenginliğe erişmesine izin verilir. Zaten bu sistemden de çok fazla zengin çıkamaz. Türki cumhuriyetlerin çoğunda da bu yapı vardır ve bu ülkeleri beş-on aile yönetir; buralarda fırsat eşitliği gibi hiçbir siyasi ilke geçerli değildir.
Diğer tipik örnek, Fas ve Ürdün’dedir. Bu iki ülke krallar tarafından yönetilir. Bu krallar, İngiltere veya Hollanda kraliyet ailesi gibi sembolik değildir. Ülkede tek söz sahibi siyasi güçtür. Siyasetçiler, icraatlarının tamamında kralın onayını almak zorundadır. Bu iki ülkenin de ticari hayatı beş-on ailenin elindedir. Mısır’da durum biraz farklı, ama nihayetinde orada da geniş tabanlı bir oligarşi vardır. Bunu daha önceki bir yazımda anlatmıştım.
Suudi Arabistan’da durum aynıdır. Geniş Suud ailesi, hem yüksek devlet bürokrasisini hem de ticari faaliyetleri kendi elinde tutar. Rekabeti ve para kazanmaya yönelik faaliyetleri sınırlandırır ve kontrol altında tutar.
Kısmen demokrasinin geliştiği Malezya, Endonezya, Türkiye gibi ülkelerde de durum, diğerleri kadar vahim olmasa da iç açıcı değildir. Bu ülkelerde hala devlet en büyük işverendir ve siyaset bir zenginleşme aracı olarak kullanılır. İran’da velayet-i fakih vesayeti yanında kamu malı vesayeti de vardır. Ayrıca çoğunluk demokrasisi de azınlık haklarını korumadığı için bir tür oligarşidir. Müslüman dünyada bu yönde bir liberal demokrasi gelişememektedir. Devletçilik, bu gelişmenin önüne geçmektedir.
Müslüman dünyada bu tür oligarşik düzenlerin olması, kamunun meşruiyetini ve gücünü zayıflatmakta, siyaset geleneğinin oluşması ve kanun hâkimiyetinin yerleşmesi mümkün olmamaktadır. Bu oligarşiler, Müslüman dünyadaki her türlü istikrarsızlıkların nedenidir. Otoritenin zayıflığı IŞID, Boko Haram, el-Kaide, Taliban hatta PKK gibi marjinalize olmuş terör ve suç örgütlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu açıdan Müslüman dünyanın temel siyasi sorunu, oligarşi ve bunun neden olduğu otorite boşluğudur.
11.08.2015, Yeni Söz