Taraf gazetesini kuran ve yöneten ekibin tepesindeki isimlerden Ahmet Altan ve Yasemin Çongar ayrıldı. Gazetenin yazarlarından Alper Görmüş’ün ifadesiyle ‘eleştirel değil, muhalif gazetecilik’ yapıyordu Taraf.
Yeni çizgisi ne olacak bilmiyoruz ama Taraf’ta yaşanan deprem bize bir şeyi gösterdi; Türkiye’de muhalefetin imkân ve araçları daralıyor. İktidar bütün rejimlerde bulunur, özgür muhalefet ise sadece demokrasilerde vardır. Siyasî partileri aşan bir muhalif yelpazedir bu. Medya, sivil toplum, sanat, kültür ve düşünce dünyasında da ifadesini bulan bir ‘muhalefet’ alanı gerek demokrasinin işlemesi için. Türkiye’de bütün bu alanlarda muhalefet aktif, ama cılız ve etkisiz. Üstelik muhalif duruş giderek zorlaşıyor. Birkaç nedeni var bunun. Birincisi, ‘muhalefetin dili.’ İktidarı nasıl bir dil, söylem kullanarak eleştireceksiniz? İslamcılık, otoriterleşme, Putinleşme, Malezyalaşma, tek adam olma, yolsuzluk, vs… hepsi çoktan kullanıldı, tüketildi ve hatta kirletildi. Hem de iktidar partisinin ciddi demokratik açılımlar yaptığı dönemlerde ve hâlâ rejim vesayet altındayken.
Daha da vahimi, AK Parti’ye muhalefet ulusalcılık, darbecilik, Ergenekonculuk ve laikçilik ile özdeşleştirildi. Son zamanlarda buna PKK yandaşlığı da eklendi. ‘Muhalefetin kimliği ve amacı’nın böyle algılandığı bir durumda eleştirel uyarıların AK Parti’de ve tabanında etkili olması zor. Bu algı elbette iktidar çevreleri tarafından de pekiştiriliyor. Hükümeti kim eleştirse ‘PKK muhibbi’ olmakla suçlanıyor. Hükümetin toplum mühendisliği politikalarından kaçınması gerektiğini söyleyenlere ‘zaten onlar dindar değil, dindarlardan da rahatsız oluyorlar’ etiketi hemen yapıştırılıyor. Yani muhalif kişiler, üzerlerine ‘giydirilen kimlikler’le etkisizleştiriliyor, itibarsızlaştırılıyor.
Öte yandan muhalefetin ‘araçları’ da daralıyor. Bir yandan iktidar partisi çevresindeki küçük muhalefet partilerini içine alarak alternatiflerin önünü kapatırken, öte yandan da ‘anamuhalefet’ kendini adeta ‘kalıcı bir azınlık’ konumuna kilitliyor. Sonuç: alternatifi olmayan, yani demokratik denetim mekanizmasından vareste bir iktidar… Bu iktidar, toplumun çok büyük bir çoğunluğunu arkasına alarak azınlığın vesayetini yıktı. Bu yıkımın ardından çok büyük bir güç oluştu. Bu gücün etkin, denetleyen, iktidara alternatif teşkil eden bir muhalefet olmadan kullanımı sıkıntılı.
Daha üç-dört yıl önce ‘iktidar oldu ama muktedir olamadı’ dediğimiz parti bugün son elli yılın devlete en hakim partisi konumunda. Çok partili dönemde aynı anda hem Genelkurmay başkanını, hem MİT müsteşarını, hem de MGK genel sekreterini atayabilen ve bunları kendine en sadıklar arasında seçebilen bir başka Başbakan gelmedi bu ülkeye. Dahası, bu iktidar gücünün en önemli unsuru toplumsal tabanı. Halkın yarısının oyunu alan bir hükümet bu. ‘Demokratik meşruiyeti’ hiçbir şekilde tartışma götürmez. Arkasında halk desteği büyük. Vesayet rejiminin egemen olduğu dönemde devlet güçlüydü, vatandaşın, özellikle de ‘sözde vatandaş’ın, yani dindarın, başörtülünün, Kürt’ün, canına okuyordu. Ama arkasında böylesine ciddi bir toplumsal destek ve meşruiyet yoktu. O yüzden ‘başörtüsüne özgürlük’ deyip üniversitelerde imza kampanyaları yapılabiliyor, halka parmak sallayan paşaya ‘önce o elini indir’ manşeti atılabiliyordu.
Kısaca, Kemalist vesayet düzenine ve onun militarist uzantılarına muhalefet etmek hiç de zor değildi. Rejimin ideolojisi arkaik, toplumsal desteği cılız, kurumları dökülüyordu. Şimdi durum farklı; muhafazakâr değerleri ve muhafazakâr çoğunluğu temsil ettiğini söyleyen bir parti devlete hakim. Arkasında adeta ‘kalıcı bir çoğunluk’, kendine ait bir medya, dinamik bir sivil toplum ve büyüyen Türkiye’nin ekonomik kaynakları var. Buyurun muhalefet edin!
Zaman, 18 Aralık 2012