Muhafazakârlar Kemalistleşir mi?

 

Kemalizmi bugüne dek çok eleştirdik. Temel sebep, bunun “otoriter” bir rejim ve ideoloji olmasıydı. Kürtleri, dindarları, gayrımüslimleri ezmiş, bir sürü “düşünce suçu” üretmiş, rejime yönelik her muhalefeti suç saymıştı.

Kemalizmin bu denli otoriter oluşunun kuşkusuz ideolojik bir temeli vardı. Aynı Marksizm gibi, bu ideoloji de “akıl ve bilim” yoluyla her doğrunun bulunabileceğini varsayıyor, bu “mürşit”lere vakıf olduğu varsayılanlara da buradan bir “yönetme hakkı” çıkarıyordu. Bunun üstünde bir de “metafizik” cila atmış, Atatürk’e yarı-tanrısal vasıflar atfederek “Atatürkçüler”i imtiyazlı kılmıştı.

Ama bir de şu vardı: Kemalizm iktidarda idi ve bizzat bu iktidarın ürettiği bir otoriterlik vardı. Güç, kendi dinamiğini yaratıyor, ünlü “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır” kuralı işliyordu.

İktidar değişimi

Kuşkusuz devir değişti. Bugün, her ne kadar Kemalizm hâlâ resmi ideoloji olsa da, Kemalistler iktidarda değil. Aksine, siyasi, ekonomik ve toplumsal düzeyde, giderek tahkim olan bir “muhafazakarların iktidarı” yaşanıyor.

Bu iktidar değişimine bakıp, “Türkiye’de hiç bir şey değişmedi, sadece güç el değiştirdi” diyen “endişeli modernler” var. Ben öyle düşünmüyor, çünkü geçen on yıl içinde (hem AB süreci hem hükümet sayesinde) “devlet gücünün sınırlandırılması” yönünde önemli ve kalıcı adımlar atıldığına inanıyorum. İşkencehanelerle, köy yakmalarla, yargısız infazlarla anılan bir ülkede yaşamıyoruz artık.

Gelgelelim, “güç el değiştirdi” argümanı da tümüyle yanlış değil. Devlet, biraz ehlileştiyse de, ipleri gerçekten de el değiştirdi.

Bu değişimin bir yansıması, “muhafazakar değerler”in Türkiye’ye daha fazla damga vurması. Ben, bu açıdan da “endişeli modernler”e katılmıyor, çünkü bu değerlerin “Kemalist değerler”den daha olumlu katkılar yaptığını düşünüyorum demokrasiye. (Kürt sorunu, gayrımüslim hakları, Ermeni meselesi, piyasa ekonomisi, hayırseverlik, küreselleşme vs. gibi açılardan açabilirim de bu katkıları.)

Siyaset ve Şeytan

Fakat, beni de endişeli kılan bir mesele var: “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır” ilkesi. Ve bu yozlaşma tehlikesi sadece “laikler” için geçerli de, kendileri bundan tümüyle korunmuş gibi düşündükleri izlenimi veren bazı muhafazakar seslerin varlığı.

Bu sesleri, eski devrin tuhaflıkları ile yeni devrin tuhaflıkları arasındaki bazı benzeşmelerde duyabiliyoruz.

Mesela, Büşra Ersanlı olayında kullanılan “Her taşın altında o kadın” gibi karalayıcı manşetler, 28 Şubat’ı epey hatırlatıyor.

Yahut, Kemalistlerin orduya verdikleri “açık çek”in bir benzeri, şimdi polise sunulabiliyor.

“Yargı sürecine saygı” telkinleri, “devletin savcısına güvenmiyor musun” çıkışmaları el değiştirmiş durumda.

Devlete karşı ihtiyatlı bir mesafe bırakma, hele de eleştirel durma, liberallere has bir şımarıklık gibi görülebiliyor.

Benim naçiz kanaatim şu ki, Türkiye’de çok güçlü bir otoriter/devletçi siyasi kültür var. Ve her iktidara gelen kesim bunu belli dozlarda yansıtıyor.

Muhafazakâr kanaat önderleri, eğer bu kısır döngüyü aşmak istiyorlarsa, “muhafazakârların siyasi ilkeleri nedir” diye oturup tartışmalılar. (“Muhafazakar Düşünce” dergisinin bu yöndeki az bilinen ama kıymetli çabasını teslim edeyim.)

Özellikle de “gücün ahlâki kullanımı” ve “hukukun üstünlüğü”ne eğilmek gerek. Mesela, düşünmek lazım, Bediüzzaman Said Nursi, acaba neden şeytan kadar “siyaset”ten de Allah’a sığınmıştı? Ya da niçin “Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, yine o gemi hiç bir kanunu adaletle batırılmaz” diye ısrar etmişti?

Devir, bunları iyice düşünmeyi gerektiren bir devir. Yoksa, gelecekte bugünlere bakıp mahcup olmak var.

 

 

Star, 16.11.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et