Referandum sonrası MHP liderini ve yönetimini zor günler bekliyor. 13 Eylül itibarıyla Devlet Bahçeli ve ekibinin konumu, siyaseti, vizyonu sorgulanmaya başlayacak.
Anayasa referandumunda CHP ve YARSAV gibi ulusalcıların peşine takılan MHP yönetimi geleneksel tabanından hızla uzaklaşmakla kalmadı, parti içindeki muhalifleri de uyandırdı ve güçlendirdi. Referandum, Türkiye’den önce MHP’yi değiştirecek.
Anlaşılmaz bir şekilde Bahçeli ve ekibi kendi kaderini CHP’nin referandumdaki başarısına eklemledi. Anlaşılmaz diyorum, çünkü kaderlerini referandumda ‘hayır’ çıkmasına bağlayan MHP yönetimi her durumda kaybedecek. Birincisi, bu saatten sonra hayır çıkması neredeyse imkânsız. Dolayısıyla değişime direnen ‘hayırcılar’la birlikte MHP yönetimi de yenilmiş olacak. Geriye yanlış yerde duran, siyaseten yaralı ve hesap vermesi gereken bir yönetim kalacak.
İkincisi, hayır çıksa bile bu, MHP’nin değil CHP’nin hanesine yazılacak. O andan itibaren de bugün MHP’ye gaz verenler sadece ‘gölge etme başka ihsan istemez’ diyecekler. Gelecek seçimlerde bütün ‘ulusalcı’ oyların CHP’ye akmasını isteyenler MHP’yi barajın altına itecek türlü oyunlar içinde olacaklar. Zaten bugünden MHP’yi hem kadrolarıyla hem de tabanıyla CHP’ye taşıma süreci başladı. Referandum bunun ilk uygulaması. MHP’nin kamuoyu yoklamalarında barajın altında görülmesi şaşırtıcı değil. MHP’nin kentli, eğitimli, kıyı oyları CHP’ye akıyor, akacak, akıtılacak…
MHP, geleneksel muhafazakâr-milliyetçi oylarını da bu referandum sürecinde ‘evet’ kampına kaptırıyor. Yönetim yapısı, sözcüleri, vitrini değişmeden de bu oylar MHP’ye geri dönmeyecek. Sonuçta, referandumda mevcut yönetime isyan ederek ‘evet’ diyen ülkücülerden ‘yeni’ bir MHP doğacak; ‘devlet’e değil ‘millet’e yaslanan, bürokratik oligarşinin egemenliği yerine millet hakimiyeti ilkesine dayanan ‘sivil milliyetçi’ bir parti.
Ergenekon’dan partisini korumayı beceren Bahçeli, referandum sürecinde ‘Ergenekon avukatları’nın peşine düşerek hayatının hatasını yaptı. Onu bu hataya sürükleyen yakın çevresiyle birlikte bunun siyasal faturasını ödeyecek. Ancak bu ‘hata’ MHP’yi devlet saflarından millet saflarına savurarak Türkiye’nin normalleşmesine de katkıda bulunuyor.
İşte bu ‘hata’ üzerinden mevcut MHP yönetiminin geleneksel muhafazakâr-milliyetçi tabanı temsil kabiliyetini kaybettiği iyice aşikâr hale geldi. Bugün ‘eski ülkücüler’e hakaretlerde bulunan MHP üst yönetimindeki isimler arasında ülkücü hareketin geçmişiyle, geleneğiyle ve fikir kökenleriyle akrabalığı sınırlı çok sayıda insan var. Herhalde ülkücü hareketin duayen isimleri tepede yetkilendirilen ve ülkücülere saldıran bu insanları gördükçe MHP’nin birileri tarafından ele geçirildiğini düşünüyor olmalılar. MHP yöneticilerinin konuşmalarını ve üsluplarını CHPlilerden ayırmanın iyice güçleştiği bir zamanda pek de haksız sayılmazlar bu düşüncelerinde. Bugün MHP adına konuşan birçok kişinin yarın hiç tereddütsüz CHP’de siyaset yapabilecekelerini düşünüyorum.
Ya bir ‘Truva atı’ durumu var, ya da siyaseten yanlış yaptıklarını bilmiyorlar. Ulusalcı cephede ‘mini bir CHP’ gibi davranmak siyaseten anlamlı değil. Ulusalcı-laikçi cephe iki partiyi kaldıracak toplumsal tabandan yoksun. CHP varken bu kulvara yönelmek MHP için tam bir intihardı ve bunu yaptılar. Ulusalcı siyaset mühendislerinin gelecek seçimler öncesi en büyük projesi, MHP’yi CHP içinde eritmek olacak. Referandumda ‘evet’ diyenler bu oyunu bozmaya çalışıyorlar.
MHP bir yol ayrımında.
Anayasa oylamasında ‘bürokratik oligarşi’nin ve onun partisi CHP’nin yanında duran MHP’nin siyasal geleceği yok. Daha önce de yazdım; MHP ya demokrat bir çizgiye kayarak rüştünü ispat edecek, ‘milliyetçi-demokrat’ kimliğiyle ‘muhafazakâr-demokrat’ AK Parti’ye alternatif bir siyasal güç olacak veya ulusalcı kanatta kalarak CHP’nin içinde eriyecek.
Son günlerde MHP ve ülkücü hareketin önemli isimlerinin öne çıkarak ‘evet’ demeleri birinci seçeneği güçlendiriyor. 12 Eylül’de ülkücülerin ‘evet’i, MHP yönetimine ‘hayır’ demek olacak.
Zaman, 06.09.2010