Mazhar Bağlı – Birisi de ‘suçlu biziz’ dese?

Birkaç gündür meydana gelen sel felaketinden arta kalan acıları yüreğimize gömmeye çalışırken bir başka acı yüreğimizi daha da derinden burkuyor.

Bu ülkede neden insanlar hakkı ve doğruyu söyleme erdemine sahip olamıyorlar. Oysa bu topraklarda hakkı söylemenin en büyük erdem olduğu bir gelenek vardı? Hani bu toplum geleneksel değerlerine göre hareket ediyordu? Hani gelenek her şeyin üstündeydi bu toplumda? Doğruyu söyleme erdemini hayatı pahasına dile getirmenin gerekliliğini söyleyen bir peygamberin ümmeti hiçbir şeyden sakınmadı kendisini şimdiye kadar doğruyu söylemekten sakındığı kadar. Birkaç muhalifin dışında kimse bu felaket için asıl hesap sorulacak mercinin birinci derecede hükümet, ikinci derecede de yerel yöneticiler olduğunu söylemeyecek mi? Bu gerçeği şimdiye kadar yaptığı bütün doğruları için göz ardı etmemiz mi gerekiyor? Konuyla ilgili bakanların, valilerin ve hatta belediye başkanlarının görevden alınması gündeme gelmeyecek mi? Bu felaketin sorumlularının görevini ihmal suçu ile yargılanmaları yönünde bir işlem yapılmayacak mı? Bu ölen insanların hayatı bu kadar ucuz mu? Aslında bu felaket insanların hayatına verdiğimiz değerin en iyi göstergelerinden birisi…

Bir kişi işini çok iyi yapabilir, hatta o güne kadar da hiç hata etmemiş de olabilir, ama insanların hayatına mal olan bir hata ettiği andan itibaren hiçbir mazeret onun görevini yapmasının devamı olamaz. Bu, dünyanın her yerinde böyledir ve hukukî olan, adil olan da budur.

Hırsız Kovalayan Yufka Yürekli Polis!

Adaleti ihlal edenlerin iktidardan uzaklaşmalarından daha büyük ceza ise zalim olarak anılmak ve bu sıfatla gerçek adaletin tecelli ettiği huzura, mahkeme-i kübraya gitmektir. Bu duruma düşmemek için de her şeyin yerli yerinde olması, yani adil olması gerekir. Sayın Başbakan, İstanbul’u en iyi bilen kişilerden birisidir. Başkanlığından bu yana bu tür işlerden sorumlu olup kendisine yol göstermeyenlerin kimler olduğunu en iyi bilen de odur. Bugün de bu işlerden sorumlu olanın kim olduğunu da en iyi bilen yine odur. Bunlara gerekli yaptırımları uygulamaya gönlü elvermeyebilir ama en azından yönetim organizasyon işinden derhal uzaklaştırılmalı ve onların yaptıklarının asıl zararının kendisine dokunduğunu görmelidir. Bunların ürettikleri mazeretlere de kanmamalıdır. Gerçekten yaşanan felaketten sonra bir başbakana “dere intikamını alır” gibi bir ifade kullandıracak kadar tuhaf bilgiler veren birisi dost olabilir mi?

Bugün doğal afetler dünyanın pek çok yerinde insan hayatını tehdit etmekte ve çoğu zaman da bunlarla gerektiği gibi baş edilmemektedir. Ancak insanın doğa ile olan mücadelesinde ona eşlik eden en vazgeçilmez destekçisi aklıdır. Akıl hem verilidir hem de deneyseldir. Ancak aklın kontrol edemediği durumlarda bir baş edememe yaşanabilir. Dağda hayvanlarını otlatan bir çobanın yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybetmemesi için alabileceğiniz en radikal tedbir adamın dışarı çıkmasını engellemektir ancak adam ordaysa artık yapacak bir şey yoktur. Yağmurun yağmasını engelleme gibi bir tedbirden bahsetmediğim sanırım anlaşılmaktadır.

Ülkenin en önemli sorunlarından birisi olan imar konusunda derhal bir düzenlemenin yapılması gerektiği bir kez daha görülmüştür. Sadece kentsel alanları değil, kırsal alanları da içine alan ve standartları mutlaka evrensel ölçeklerde belirlenmiş olan bir yasal düzenlemenin yapılması ve tavizsiz bir biçimde uygulanması gerekiyor.

Bizim ülkede insanlar belli konularda ve belli kişiler hakkında toptancı bir kanaat sahibidirler. Bu da onların bir türlü doğru dürüst iş yapmalarını engellemektedir. Hangi vicdana sığar şu anda var olan belediyeyi veya ilgili bakanlığı sorumsuz görmek. Kim bu haksızlığı içine sindirebilmektedir. Bir insan her yönü ile iyi olamaz, bu insan doğası ile asla bağdaşmayacak bir önermedir. Bir insan tümü ile kötü de olamaz. Bu da ahlaksız bir önermedir. İnsan hem iyidir hem de kötü. Ama yönetim organizasyon işinde iyi veya kötü değil, doğru ve yerinde davranmak gerekir. Bir evi soyan hırsızı gören yufka yürekli bir polis olabilir mi? Veya polisin böyle davranmasına ses çıkarmayan bir yönetici veya ev sahibi?

Başbakan’ın yönetim organizasyon işinde uzun süreden beridir büyük emekler vererek oluşturduğu bir ekip olduğundan kuşku yok ve bunların tarzına da alışmış olabilir hatta bunların hata etmelerini kendi zaviyesinden bakarak büyük bir sorun olarak da görmüyor olabilir ama halk katında böyle değildir. İnsanlar hâlâ “bizi arkadan hançerliyorlar”, “iyi ki Rumları ve Ermenileri öldürüp milli devlet olduk”, “askerlerin kurtuluşuna sevinemedim” gibi sözleri bugünkü gibi canlı ve diri bir biçimde hatırlamaya devam ediyorlar ve bunu bir yerlere not ediyorlar. Belki bunlar üzerinden henüz bir tutum geliştirmiyorlar ama bunları tek tek ve dikkatli bir biçimde not etmektedirler. Gün olur bunların bir söylem dili oluşturduğu görüldüğünde sonucunu tahmin etmek zor değildir. Yakın siyasi tarih bize bu konuda yeteri ve doyurucu bilgi verecek örneklerle doludur.

İktidara yakın bir pozisyon sergileyen medyanın bu konudaki tavrı ne yazık ki toplumsal kaygılara ilişkin var olan duyarlılıkla ilgili endişeleri derinleştirmektedir. Elbette bu olaydan onlar gibi “hükümet istifa sloganı”nı içermekten başka analiz içermeyen bir eleştiri beklemediğimi herkes bilir ama Taraf gazetesinden Ahmet Altan ve Zaman’dan Ahmet Turan Alkan dışında (değerli arkadaşım büyük şair Bejan Matur’un da hakkını teslim etmem gerekir) neredeyse hiç kimse konuya yönetim organizasyonunun sorumluluğu ekseninde bakmadı. Oysa bu işin birinci derecede muhatabı ve sorumlusu konuyla ilgili bakan veya bakanlardır, bürokratlardır, vali ve valilerdir, belediye başkanlarıdır. Bunlara hükümet eden de iktidardır.

Geçmişi Kötülemenin Ne Anlamı Var?

Sayın Başbakan konuyla ilgili bakanları yanına alıp helikopterle olay yerini incelemeye çağıracağına istifalarını alsaydı, hem kendi geleceği hem de ülkenin geleceği için çok daha hayırlı bir iş yapmış olacaktı. Onun bu hareketinden en azından diğerleri de bir ders çıkarır işini ihmal ettiklerinde başına neler gelebileceğini görüp ona göre davranırlardı.

Kısaca herkesin aklına gelen düşünce neden diline gelmiyor veya kaleme dökülmüyor, yoksa gerçekten bilmediğimiz bir durum mu var? Bu işin sorumlusu olmasa da muhatabı doğrudan iktidar değil midir? Yönetimde kim varsa muhatap o olacaktır elbette. Geçmişi kötülemenin bir anlamı var mı?

Hani meşhur fıkradır, vezirin birisi emekliye sevk edilince yerini yeni vezire devrederken tören sonrası genç vezirin kulağına eğilip, “Bak evladım ben bu mevkide uzun süre bulundum hayli tecrübelerim de var. Sen bunları benden dinlemek istemedin, tecrübelerimi seninle paylaşacak bir ortam da oluşturmadın ama ben tüm bunları senin gençliğine ve acemiliğine yorup senin için çekmeceye üç zarf bıraktım, her başın dara düştüğünde bunları açar okursun ve oradaki tavsiyelerim sana yardımcı olacaklardır.” der.

Genç vezir bu konuşmayı da fazla dikkate almaz. Hatta bunu makamını kaybeden birisinin hezeyanları olarak da görür. Ama nezaketi elden bırakmamak için de olumsuz bir şey söylemez. Daha sonra genç vezir yıllarca işleri çok iyi idare eder. Ancak belli bir süre sonra sorunlar baş göstermeye başlar. Bunların çözümü için hayli çırpınır, çareler arar. Ama bir türlü sorunları çözemez. Sorunları çözmeye tam kendini adadığı anda birden aklına yaşlı vezirin mektupları gelir ve hemen ilk zarfı açar. Adam zarfta “geçmişi kötüle” yazılıdır. Genç vezir başlar geçmişi kötülemeye. Aslında enkaz devraldım, eski yönetim işleri hep baştan savma yapmış vs. vs. Bu durum onun kendisini biraz iyi hissetmesine de neden olur hatta işler biraz da düzelir gibi olurlar. Derken yine sorunlar çıkmaya başlar ve yine konuyla ilgili kafa yorarken aklına diğer zarf gelir. İkinci zarfı da açar ve onda da “yakın çevreni kötüle” diye yazılmıştır. Genç vezir bunu da yapınca gerçekten de işler yine biraz düzelmeye başlar, kısmen rahatlar da, kendisinin aslında iyi işler yapmak istediğini ama çevresinin sürekli onu engellediğini söyler ve bu söylem adamı rahatlatır. Ama bir süre sonra tekrar işler açmaza girer. Yine zarflara başvurur, üçüncü ve son zarfa. Son zarfta ise “sen de üç zarf hazırla” cümlesi yazılıdır.

Zaman, 14.09.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et