Mazhar Bağlı – Bin Ladin: Din üzerinden dinin dejenerasyonu…

Usame Bin Ladin, Pakistan’da saklandığı evde ABD deniz komandoları tarafından uzun süre alt yapısı hazırlanan bir operasyonla öldürüldü. Bin Ladin’in bağlantıları ve ilişkileri üzerinden bir dizi komplo teorisi üretmek mümkün ama en çok kime zararının dokunduğuna ilişkin basit bir soruya verilecek olan cevap korkunç ve ürkütücüdür. Bin Ladin en çok İslam Coğrafyası ve İslam’a zarar vermiştir.
1970’lerden sonra dünyada siyasal sistemlerin yanında “değer” sistemleri de tartışılmaya başlanmış, ve bu alanda en belirleyici rolün de dinlerde olduğu fikri yaygınlık kazanmaya başlamıştı. Bu etkinlik giderek arttı ve din toplumsal hayatın vazgeçilmez temel parametrelerinden birisi olarak giderek daha çok ilgi uyandırmaya başladı. Dünyanın pek çok coğrafyasında dinler üzerinden toplumsal muhalefet hareketleri canlanmaya başladı ve var olan iki ideolojiye en kalıcı alternatif tezler de dinler üzerinden üretilmeye başlandı. Sadece ideolojik bir söylem olarak değil aynı zamanda bir yaşam biçimini de içeren dinler doğal olarak hem ideolojilere hem de yaşam biçimlerine meydan okuyacak en güçlü direnme odakları olarak varlıklarını ortaya koymaktaydılar. Dinlere dayanan toplumsal muhalefet hareketleri toplumlarda önemli değişiklikleri hatta devrimleri beraberinde getirdi.

İSLAM ÜZERİNDEN DEVRİM

1989’daki Romanya devriminde diktatörlüğe karşı çıkan ilk kişi bir rahipti ve bu konu dünyada hayli ses getirmişti. İran’da İslam üzerinden bir devrim gerçekleşmişti. Mısır’da İhvan hareketi, Lübnan’da Hizbullah, Cezayir’de FIS, Türkiye’de Refah Partisi ve daha niceleri. Bunlara ek olarak Filipinlerden tutun Kuzey Amerika’ya kadar dünyanın her coğrafyasında dinler üzerinden hararetli bir tartışma giderek alevleniyordu. Dünyanın siyasi alanda tartıştığı liberal demokrasinin son nokta ve tarihin sonu olduğu tezine ancak dinler üzerinden bir itiraz yükselmişti. İnsanın mükemmellik arayışının hep devam edeceğini ve bunu da yaratılışın doğal bir yansıması olduğunu dile getiren söylemlerin ortak paydasında dinler vardı.

Dinlerin yükselmeye başlaması demek aslında İslam dininin yükselmesi demektir. Elbette her bir din kendi içinde büyük iddialar ve mesajlar içerir ama en son kutsal metin olması bakımından İslam, diğer tüm dinleri kuşatır, ihata eder. Diğer dinler karşısında daha avantajlı bir konuma sahiptir. Onun sahip olduğu bu avantaj kendisini pek çok alanda da göstermiştir nitekim.

Hem İslam coğrafyasında hem de diğer dinlerin yaygın olduğu toplumlarda İslam’a ilgi giderek artmaktaydı. Öyle ki pek çok ünlü Müslüman olmuş, dahası bununla yetinmeyip kendisini İslam’a adamıştı. Bu akımın sembol ismi ünlü Rock müzikçi Cat Stevens yani Yusuf İslam’dır.

İşte bu gidişatın özellikle de 1990’lardan sonra bıçak gibi kesildiğini görmekteyiz. Entelektüel birikime dayalı toplumsal değerleri üretme iddiasında olan bu yapı birden başkalaşmaya başladı. Moda ifadesi ile makul olan İslami yorumlar yerini daha radikal olanlara bıraktı. Bu konuda Müslümanları da suçlamak mümkün İslam dışı diğer unsurları da. Ama bize düşen önce kendimizi sorgulamamızdır. Suçluyu dışarıda arama refleksinden vazgeçmek durumundayız. Sürekli dışarıda bir suçlunun var olduğu fikri sahip olunan hataların görülmesini engelleyen en önemli faktörlerden birisidir. Dinlerin yeni yorumu din olgusuna yönelik dünyadaki genel gidişatın yön değiştirmesini de beraberinde getirdi. Bu başkalaşma hem içerden hem de dışarıdan gelen etkilerle gerçekleşti. Bir başka ifade ile bu durum doğal bir değişim sürecinde değil planlı bir kurgunun sonucunda gerçekleşti. Bunun Türkiye’ye olan yansıması ise o zamanki Hizbullah yapılanmasıdır. İnsanların hayatına değer katan bir olgu olarak din bir şiddet ve kan dökme aracına dönüştürüldü. Toplumlara yön veren, dinamik kılan ve kusursuz bir ütopyanın peşine düşüren o kutsal idealizm adeta birilerinin elinde ve eliyle hayatlara kast eden bir canavara dönüştü.

KURGUNUN BAŞARISI

Tekrar vurgulamak gerekirse bu durum doğal bir değişim sonucunda ortaya çıkmış bir yapılanma değildir. Tamamen kurgusaldır ve işte bu kurgunun evrensel karakter kişiliği Bin Ladin’dir. Bin Ladin üzerinden bir yandan İslam düşmanlığı yapıldı ve dünyadaki değişimlere eşlik edebilecek olan makul İslam yorumu bertaraf edildi bir yandan da tüm İslam coğrafyasının önemli bir kısmı işgal edildi. Peki Bin Ladin bunun farkında mıydı? Bence evet farkındaydı. Farkında olmasa bile bu bir mazeret değildir. En azından onun peşine düşüldüğünü ve Afganistan’a kadar gidildiğini gördü.

Burada bir günah keçisi bulmak gibi özel bir niyetim yok. Ama Bin Ladin ve o geleneğin izlediği yolun en başta İslam’a ve daha sonra da Müslümanlara çok zararlar verdiğini bizzat yaşayarak gördük. Bin Ladin gibi aktörler üzerinden dine zarar vermek isteyenler her zaman bir Ladin bulabilirler ve bulacaklar da. Çünkü bu sistem kendi muhalifini de kendisi üretip yok etmek üzerine kurulmuştur.

Bu esasında modern dünyanın sorunu ama asıl olarak da batının sorunudur. Değersiz, tamamen kazanma ve egemen olma üzerine kurulu olan epistemolojileri ile her yeri yakıp yıkacaklardır. Bu yıkıcılık ontolojik bir durumdur batı için. Jean Baudrillard’ın da dediği gibi sınır tanımayan yayılmacılık, kendi imhasının şartlarını da üretir. Ve bunu da mitolojik bir retorikle yapar. Bugün var olan savaşların gerekçesi de o kadar somut değildir zaten.

Yeni Şafak, 07.05.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et