CHP’nin kimyası mı fiziği mi değişti?

‘Yeni CHP’ kavramı literatüre ilk defa 1972’de İsmet Paşa devrildikten sonra girdi. Ecevit liderliğindeki CHP, 1973 seçimlerine ‘Yeni CHP’ olarak katıldı.

Teorik ve pratik düzlemde değişim o kadar aşikârdı ki, kimse CHP’nin gerçekten değişip değişmediğini tartışmadı bile. Çünkü CHP ciddi bir reddimiras süreci yaşamıştı; geçmişiyle hesaplaşmıştı.

Ecevitçiler, İsmet Paşa’nın hem maddesini hem de manasını partiden silmişlerdi. Kemalizm’i de ciddi bir sorgulamadan geçirmişlerdi. Ecevit, Atatürk’ün yaptıklarının üstyapı devrimleri olduğunu, gerçek devrimin ise altyapı devrimleri olduğunu söyleyerek kendi farklarını ortaya koymuştu. Anlaşılır sebeplerle Kemalizm eleştirisi, İnönü eleştirisine göre daha dolaylı ve daha bilimsel kavramlarla yapılmıştı. Bütün bu ağır eleştiriler sonrasında Kemalistler CHP’nin Atatürk yolundan saptığını söyleyerek CHP’den ayrılıp Cumhuriyetçi Güven Partisi’ne (CGP) geçmişlerdi.

Bugüne gelecek olursak; Kemal Bey yönetimindeki CHP’de ne tarihsel ne de aktüel bağlamda ciddi bir eleştiri/sorgulama sürecine şahit olmadık. Bırakın Kemalizm-İnönü eleştirisini, ciddi bir Baykal eleştirisi bile yapılmadı. Madem partinin başarısızlığının sebebi Baykal idi; öyleyse niçin 73 yaşına rağmen birinci sıradan milletvekili yapıyorsunuz?

Hâsılı CHP, yenileştiğini ve ‘Yeni CHP’ olduğunu kamuoyuna bir türlü kabul ettiremiyor. Ne yaparsa yapsın kamuoyunun geneli hâlâ CHP’nin ‘eski CHP’ olduğuna inanıyor. Aday listelerinin ve seçim vaatlerinin açıklanmasından sonra da aynı kanaat değişmedi; pekişti. Ne listeler ne de vaatler bir heyecan ve değişim duygusu yaşattı.

Açıklanan listelerden yola çıkarak özetle şunu söyleyebiliriz: CHP’nin kimyası değil fiziği değişmiş. Tepedeki Baykal-Sav ikilisi ve onların adamları gitmiş yerlerine Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisi ve bunların adamları gelmiş. (En tepedeki ideolojik ruh ise yerli yerinde duruyor.) Kısaca, bir hizip gitti başka bir hizip geldi. Yani ideolojik ve politik bir değişim yok; fizikî bir değişim var.

Önder Sav’ın devrildikten sonra söylediği şu söz aslında CHP’nin tarihini de istikbalini de özetliyor: “CHP’yi kimse eskitemez!” CHP yönetimi ısrarla değiştiğini, yeni CHP olduğunu iddia ediyorsa biz de şunu diyebiliriz: Eğer CHP’de bir değişimden söz ediliyorsa bu ileriye doğru değil, -Ergenekon ilavesinden dolayı- geriye doğru bir değişim olmuştur.

Ergenekon Sanıkları ve ‘Yeni CHP’

CHP’de yeni olan tek şey Ergenekon’dur. Ergenekoncu olarak bilinen isimler, sağcı ve solcu kökenlerine bakılmaksızın, listelere dâhil edildiler. Eskiden de Ergenekon’un CHP üzerinde tesiri vardı ama dolaylı ve dışarıdan idi. Örneğin Baykal bu grubun avukatıydı ama Baykal zamanında bu grup fiilen partinin “içinde” değildi. Ergenekoncu grup yeni yönetim zamanında ise hem partinin içinde hem de tepesinde kendisine güçlü yerler buldu.

Bu yenilik CHP’ye oy getirir mi? Getirmez. Tam tersine, kimi yorumlara göre CHP’ye oy kaybettirir. Çünkü CHP’nin dışında kalan Ergenekoncu kesim, Cumhuriyet Güç Birliği adı altında CHP’nin güçlü olduğu yerlerde bağımsız adaylar gösterdiler. Bu adaylar CHP’nin oy kaybına sebep olabilirler. CHP’deki adaylarını garanti gören Ergenekoncu taban bağımsız adaylara yüklenebilir. Bu da CHP’nin birçok bölgeden kıl payı oranlarla vekil kaybına neden olabilir. Sonuç olarak CHP’nin Ergenekoncu isimleri seçilecek yerlere koyması rasyonel ve profesyonel bir tutum değil; bu tercih, derin mahfillerin gönüllerini hoş tutma amaçlıdır.

Ergenekoncuların siyasete girmelerini her şeye rağmen hayra yorabiliriz. Ergenekoncu çevrelerin karanlık mahfillerde darbe kollamak yerine seçim meydanlarına inip halktan oy talebinde bulunmaları demokrasimiz açısından olumlu bir gelişmedir. İçinden silah geçen darbe planları yapmak yerine düz ovada siyaset yapmaları, şeffaf alanlarda nutuk atmaları her halükarda demokratik bir gelişmeyi ima ediyor…

CHP’nin listelerini topluca değerlendirdiğimizde iki elin müessir olduğunu görüyoruz. Birincisi üstün bir iradenin eli: Görünmez bir el; Ergenekoncu isimleri telkin eden, hatta dayatan bir el. İkincisi ise görünür bir el: Tekin’in eli. Listelerde, amatör lider Kılıçdaroğlu’ndan çok, “profesyonel siyasetçi” Tekin’in etkisini görüyoruz. Öyle görünüyor ki, Tekin CHP’den çok kendine yatırım yapmış. İleride, CHP’nin hizipler galerisi içinde Kılıçdaroğlu hizbini değil de Tekin hizbini görürsek hiç şaşırmayalım. Şu anda Tekin fiilen eş-başkan konumuna yükselmiş durumda. Seçim sonrasında yaşanacak bir liderlik krizinde eş-başkanlığın ötesine geçip tek-başkanlığa oynayacağı kesin gibi gözüküyor.

Listeler açıklandıktan sonra, CHP’ye yakın çevrelere baktığımızda bir sukut-u hayal gözlemliyoruz. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği kurultaydaki birliktelik ve heyecan yok olmuş. Baykal’dan dolayı CHP’ye uzak duranlar kurultaya yoğun ilgi göstermişlerdi. Fakat bugün onların bu defa da başka bir irade tarafından uzaklaştırıldıklarını görüyoruz.

Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, Celal Doğan gibi sosyal demokrasinin özünü ve sözünü iyi bilenler uzaklaştırıldı; onların yerlerine Cihaner, Haberal, Aygün, Balbay, Ekşi ve Batum gibi isimler alındı. “CHP’nin sosyal demokrat vicdanı” Enver Aysever, bu duruma dayanamayıp istifa etti.

Sosyal demokrat isimlerin yerine ikame edilenlerden Ekşi ve Batum sembolik öneme sahiptir. Oktay Ekşi, CHP’yi 27 Mayıs’a bağlayan bir köprüdür. (Ekşi 27 Mayıs döneminde Kurucu Meclis üyesiydi.) Süheyl Batum da CHP’yi tek parti dönemine bağlayan bir köprüdür. Batum, Mahmut Esat Bozkurt tipinin yeniden üretilmiş bir türüdür.

Eski CHP Zaten Sağcıydı

Listeler açıklandıktan sonra yükselen eleştirilerin başında CHP’nin sağa kaydığı yönündeki iddialar öne çıktı. Öncelikle söylemek gerekir ki, CHP evvel-ezel zaten sağda bir partidir. 70’li yıllardaki kısa ve başarısız parantezi saymazsak CHP sağ çizgideki istikrarlı duruşunu her daim muhafaza etmiştir. CHP’nin solculuğu, “kerameti kendinden menkul” bir rivayettir. Bir yakıştırmadır; bir iddiadır. Zaten çok güçlü bir korporatist tarihsel temele sahip bir partinin solculaşması mümkün değildir.

Peki, olan nedir? Olan şudur: CHP demokrasiye geçiş sürecinde (1946-50), iktidar ailenin dışına çıkmasın, yabancıya gitmesin diye kendi içinden yeni bir parti doğurmuştu. DP, Cemil Koçak’ın pek yerinde tespitiyle, “İkinci Parti” olarak kurulmuştu. DP, majestelerinin ikinci partisi olarak kuruldu ve demokrasiye geçiş sürecinde kurulan diğer partiler fiilen engellendi. (DP daha sonra kendisine çizilen rolü terk ettiği için başına 27 Mayıs giyotini indirildi.) 27 Mayıs’a giden süreçte DP’deki CHP’nin adamları yeniden CHP’ye döndüler. DP’den ayrılanlar önce Hürriyet Partisi’ni kurdular; sonra bu partiyi CHP’ye kattılar. Bu partinin içinde Cindoruk’un da olduğunu söylemek, meramı anlatmak bakımından yeterlidir sanırım.

Şimdi de olan bundan ibarettir: CHP, ikinci partiye yolladığı adamlarını, ihtiyaca binaen yeniden yuvaya çağırdı. Cindoruk ve Demirel’in dışarıdan desteği; Batum, Aygün ve Tayan gibi isimlerin de içeriden desteği CHP’nin iki kanadının yeniden birleştiğinin açık bir delilidir.

“CHP+Ordu=iktidar” formülü epeydir işlemiyor. Ordu, darbe soruşturmalarından sonra fiilen siyasetten ve CHP’den (büyük bir oranda) çekildi. Bu formülün işlemediğini gören CHP yönetimi, CHP+Ergenekon formülünden medet umuyor.

Ancak, yargı sürecindeki isimleri halkın oyuna sunmak demokratik ahlaka uymaz; etik kurallara uymaz. Yargı ile halkı karşı karşıya getirmek en hafif tabirle şark kurnazlığıdır. Yargı sürecindeki isimlerin seçilecek miktarda oy almaları onların suçsuz oldukları anlamına gelmez. Fakat böyle bir algı yaratılmak isteniyor.

CHP demokratik oyunu, normal ve olağan ilkelere uygun oynamalıdır. CHP+Ergenekon formülü ne yargılanan insanlara beraat yolunu açar ne de CHP’ye iktidar yolunu. Artık CHP de diğer partiler gibi sadece ve sadece halka dayanmanın tek çıkar yol olduğunu görmelidir.

Zaman, 08.05.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et