“Millî”lik üzerine başlayan güncel tartışma toplumumuzda mevcut “millîlikler”in bir “biz” yaratılması alanında yetersiz kaldığının itirafı anlamına gelmektedir
Millî, toplumumuzdaki değişik söylemlerde yoğun biçimde kullanılan kavramların başında gelmektedir. Üzerine güncel bir tartışma başlatılan bu kavramın geçirdiği evrim, yakın dönem tarihimize egemen olan temel siyaset yaklaşımlarının özeti gibidir.
Millî ve din
“Millî” sıfatı asırlar boyunca “millet” adı verilen dinî cemaatler etrafında örgütlenen bir toplumda bu niteliği taşıyan aidiyetlere atıfta bulunmuştur. Dolayısıyla “millî,” “Müslüman milleti,””Rum milleti” “Yahudi milleti,” “Katolik milleti” benzeri yapılara yönelik, etnik kökenden bağımsız aidiyetleri yansıtmıştır.
Örneğin, Müslüman bir Arap “Müslüman,” Ortodoks bir Arap “Rum,” Katolik bir Arnavut ise “Katolik” milletinin üyesi olmuşlar, devlet de onlara bu sıfatları çerçevesinde yaklaşmıştır.
Bu “milletler” arasında hiyerarşik bir ilişki varolmuş, “millet-i hakime”yi oluşturan “Müslümanlar” en üstte yer alırken “mahkûm milletler” de kendi aralarında eşit olmamışlar, bir merâtip çerçevesinde sıralanmışlardır.
Nüfûs tezkirelerinde “milleti” hanesi karşısında “İslâm,” “Rum Ortodoks” benzeri dinî aidiyetler belirtilmesinin imparatorluğun sonuna kadar sürdürüldüğü Osmanlı toplumunda buna karşılık “millet” ve “millî” süreç içinde farklı anlamlar kazanmaya başlamıştır.
Milliyetçilik çağında “millî,” geleneksel “dinî cemaate ait” anlamının yanı sıra değişik etnik grupların oluşturduğu yapılar için kullanılmaya başlanmış, on dokuzuncu asrın son çeyreğinden itibaren ise artan bir ivme ile imparatorluğun “Türk unsuru” ile ilişkilendirilmiştir.
İttihadçı “millî”lik
İttihad ve Terakki Cemiyeti, yasa dışı faaliyet sürdürdüğü dönemin son yıllarında “millî” ile “Türklük” arasında bağlantı kurmaya ve Türkleri, Tanzimat öncesinin “millet-i hakime”sine benzer şekilde tanımlamaya başlamıştır. Ancak bu tanım ile “dinî” anlamda “millîlik” ve seküler mânâda “Osmanlı milletine ait olma” içiçe geçebilmiştir.
Örneğin, Cemiyet 1908 İhtilâli sırasında dağa çıkarttığı isyancı birliklere “Millî Tabur,” “Millî Alay” benzeri unvânlar vermiştir. İttihadçı liderler bununla temel olarak “Osmanlı milleti”ni temsil iddiasını vurgulamak istemişlerdir. Buna karşılık Müslüman köylüler, çoğunluğu Arnavut gönüllülerden oluşan bu birlikleri “Elhamdülillah, millet askerini çıkarttı” diyerek karşıladıklarında “millî”liğe din temelinde yaklaşmışlardır. İmparatorluğun değişik bölgelerindeki Türkçüler ise bu “millî”liğin Türklük temelli olduğunu düşünmüşlerdir.
İttihad ve Terakki iktidarında farklı “millî”likler varolmakla birlikte “Türklük” merkezli “millî”lik tedricen güç kazanmıştır. “Millî” sıfatının yerel banka adlarından Millî Ta’lim ve Terbiye Cemiyeti benzeri derneklere, Millî Mahsûlat Şirketi gibi kuruluşlara ve “Millî İktisad” siyasetinin güzel bir örneği olduğu temel politikalara eklendiği İkinci Meşrutiyet döneminin egemen “millî”liği “Türklük” merkezli bir yaklaşımı yansıtmıştır. Örneğin “İslâm medeniyeti ve Türk harsı”nı araştırmayı hedefleyen Millî Tetebbu’lar Mecmuası, son tahlilde, etnik vurguları fazlasıyla güçlü bir “millî”liği temsil etmiştir.
Bu “millî”lik yaklaşımının İttihad ve Terakki tarafından yoğun biçimde kullanımı, ulus-devlet refleksleriyle hareket eden bir çok uluslu imparatorluk yaratarak merkezin diğer anâsırla ilişkisini fazlasıyla gerginleştirmiştir.
Cemiyet’in önde gelen muhaliflerinden birisinin ifadesiyle “Millî sıfatı mevsufuna büyük bir câzibe ve kuvvet-i teshîr” veriyordu. Ancak bu “büyüleyici kuvvet” çok uluslu bir imparatorlukta önemli sorunları da beraberinde getiriyordu.
“Mücahede”den “Mücadele”ye
Mondros Mütarekesi sonrasında şekillenen Kongre İktidarları döneminde yükselen Müslüman milliyetçiliği aşağıdan yukarıya gelişen, katılımcı ve dar ölçekli bir Panislâmizm girişimini yansıtmıştır. Bu hareketin Müslüman “millet”i adına başlattığı “Mücahede-i Millîye” süreç içinde sadece “aşağıdan yukarıya” karakterini kaybetmekle kalmamış, askerî zafer sonrasındaki ulus-devlet inşa edilmesi sürecinde Sosyal Darwinist vurguları kuvvetli bir “Mücadele-i Millîye”ye dönüştürülmüştür.
Bu yapılırken de sadece “cihad” vurgusu yapan “mücahede”nin yerine “yaşam savaşı”nın altını çizen “mücadele” geçirilmemiş, dinî anlamdaki “millî”, en güçlü vurgusuyla etnik temelli ve hiyerarşik “millî”ye çevrilmiştir.
Cumhuriyet resmî ideolojisi “millî” kavramını dinî bağlantılarından bütünüyle arındırılarak inşa edilmeye çalışılan “ethnos” ile ilişkilendirmiştir.
Süreç içinde bakanlık adlarından ders kitapları başlıklarına uzanan bir alanda kullanılan “millî” sıfatı, egemen etnik gruba aidiyeti vurgulayan, buna katılmaya yanaşmayanları dışlayan bir işlev görmüştür. Buna itiraz ederek karşıt ethnos tasavvurları geliştirenler ise alternatif “millî”likler yaratmışlardır.
“Dinî”nin ihyası
Çok partili hayata geçiş sonrasında yeniden örgütlenen, 1970’lerden itibaren ise toplumsal tabanlarını genişleten İslâmcı hareketler uzun yıllar boyunca unutulan dinî anlamda “millî” kavramını yeniden ihya etme gayreti içine girmişlerdir. Millî Selâmet, Millî Nizam benzeri parti adları, “Millî Görüş” gibi toplum tasavvurları bu gayreti ortaya koymuştur.
İlerleyen yıllarda resmî ideolojinin bütünüyle etnik bir “millî”likten “Türk-İslâm Sentezi” yaklaşımında mündemiç bağdaştırmacılığa yönelme zorunda kalması bu çabaların toplumsal tabanda ciddî karşılık bulduğunu göstermektedir.
Bu çerçevede Türkiye, egemen etnik gruba aidiyet temelli “millî”lik, karşıt etnik “millî”likler, dinî referanslı “millî”lik ve bunlar arasında gerçekleştirilen bağdaştırmaların beraberce yaşadığı, zaman zaman da çatıştığı bir toplum özelliği kazanmıştır.
“Millî”lik ve “Biz”
Çatışan “millî”liklerin toplumsal tabanlarını genişletmeye çalıştığı Türkiye’de yeni bir “millî” kavramsallaştırılmasına ihtiyaç duyulması doğaldır. Bu aynı zamanda varolan “millî”liklerin bir “biz” yaratılması konusunda yetersiz kaldıklarının da kabûlü anlamına gelmektedir.
Yeni bir “millî”lik yaratma girişimi gerçekleştirirken, düşülebilecek hata mevcut “millî”liklerin “biz” yaratılmasını engelleyen yaklaşımlarında ısrar edilmesidir. Böylesi bir “biz,” bunun yanı sıra, kapsayıcı olabilmek için, mevcut “millî”likleri “ortadan kaldırma”yı değil onların üzerinde olabilmeyi hedeflemelidir.
Dolayısıyla hiyerarşik ilişkiler yaratan ya da dışlayıcı “millî”likler veyahut bunların sentezleri yerine “eşitlik” temelli ve kapsayıcı bir “millî”liğin tasavvur edilmesi gerekmektedir. Bu da ancak “millet”in “eşit vatandaşlık temelli bir siyasal toplum” olarak kavramsallaştırılmasıyla yaratılabilir.
Böylesi bir “millî”lik etnik ve dinî “millî”lerle çatışmadan, buna karşılık herhangi bir hiyerarşi kurmadan ve kimseyi dışlamayarak bir “biz” yaratabilir. Son tahlilde “millet” inşa etmenin amacı da bundan başka birşey değildir.
Sabah, 04.10.2015