Çeviren: Ünsal Çetin
Mises’in klasik eseri Sosyalizm’i bu yaz tekrar okudum. Benim için eğlenceli tarihsel olgu şudur; Mises’in okuduğum ilk kitabı Sosyalizm: İktisadi ve Sosyolojik Bir Tahlil idi. İnsan Eylemi’ni okumadan önce, onun Para ve Kredi Teorisi’ni okumuştum. Sosyalizm’i ilk okuduğumda üzerimde büyük bir tesiri olmuştu ve bu tesir halen devam ediyor. Birçok bakımdan, Sosyalizm’in argüman kurulumu, usul ve ehemmiyet açısından Mises’in en iyi kitabı olduğunu düşünüyorum. Elbette, İnsan Eylemi’nin onun en değerli şaheseri olmasına rağmen. Dikkatle okuyanlar için, Mises’in liberal kozmopolitizme bağlılığı bir sayfadan diğerine uzanıp gider ve bu, barışçıl sosyal işbirliğine bağlılık anlamına da gelir. Liberalizm ve sosyalizm hakkındaki kısımda yer alan bazı pasajlara yakından bakalım:
Liberal sosyal felsefede insan zihni şiddet ilkesinin üstesinden barış ilkesi ile gelmenin farkına varır hale gelir. Bu felsefede, ilk kez olarak, insanlık kendi eylemlerinin bir izahatini verir kendisine. Bu izahat iktidar kullanımının etrafını sarıp sarmalayan romantik haleyi darmadağın eder. Savaş sadece fethedilen için değil fetheden için de zararlıdır; toplum barışın çıktılarından doğup yükselmiştir; toplumun esası barış yapmaktır. Savaş değil, barış her şeyin babasıdır. Yalnızca ekonomik eylem etrafımızdaki serveti yaratmaktadır; silahların konuşması değil, emek sarfı mutluluğu getirir. Barış inşa eder, savaş yakıp yıkar. Uluslar esas itibarıyla barışçıldır çünkü barışın bariz faydasını fark ederler. Savaşı sadece meşru müdafaa olduğunda kabul ederler; saldırı savaşı onların arzu etmedikleri şeydir. Savaşı isteyen krallardır, çünkü bu sayede para, mülk ve iktidar sahibi olmayı umut ederler. Ulusların görevi onların bu isteklerini karşılamalarını engellemektir; bu görevi kralları savaşmak için gerekli araçlardan mahrum bırakarak yerine getirebilirler.
Bertha Suttner ve ona benzer diğerlerinin pasifizminden farklı olarak, liberalin barış sevgisi şefkat duygularından neşet etmez. Liberalin barış sevgisinin, kan dökme arzusunun romantizmine uluslararası kongrelerin ağırbaşlılığı ile karşı koymaya çalışan kederli ruhla hiçbir bağı yoktur. Liberalizmin barış tarafgirliği, muhtemel bütün diğer kanaatlerle uyumlu olacak bir eğlence anlayışı değildir. Bu barış yanlılığı liberalizmin sosyal teorisidir. Her kim bütün ulusların ekonomik çıkarlarının dayanışmasını savunursa, ulusal bölgeler ile ulusal sınırların çizgilerine kayıtsız kalırsa, şimdiye kadarki kolektivist anlayışların üstesinden geldiyse, her kime “Devletin Onuru” gibi bir ifade anlamsız gelirse, işte o kişi saldırı savaşları için hiçbir yerde geçerli neden bulamayacaktır. Liberal pasifizm liberal sosyal felsefenin çocuğudur. Liberalizmin mülkiyetin korunmasını hedeflemesi ile savaşı reddetmesi tek ve aynı ilkenin iki farklı ifadesidir.
Bu pasajlardan önce, Mises sosyal bilim fikrinin bizzat kendisinin tasarlanmamış bir sosyal dü zenin kabul edilişi ve bireycilik ile kolektivizm arasındaki algılanagelen çatışmanın terk edilmesi ile doğduğunu iddia etmişti. Çıkarların ahengi doktrini, teorisyenlerin, bireylerin amaçlı davranışından ve fayda sağlayan mübadele arayışından, nasıl olup da toplumun ortak çıkarına hizmet eden bir sosyal düzenin doğduğunu idrak etmelerini mümkün kıldı. Mises’in kendi zamanında “sosyolojik düşünce” olarak ifade ettiği şeyin doğuşuna yol açan etken, Adam Smith’in görünmez el tezinin kabul edilmesiydi. Liberalizmin sosyal felsefesi sosyolojiye dair bu bilgiden neşet eder.
Ve bu öğreti liberalizmi bireylerin kölelikten, dogmadan, tahakkümden, sefaletten kurtuluşunun çekirdeğine yerleştirir. Ve Mises iddia eder ki, liberalizm birincil işlevi barışı temin etmek olan demokratik hükümete bağlıdır. “Liberalizm politik düşünce için tam ifade hürriyeti talep eder ve Devlet’in çoğunluğun iradesine göre yapılandırılması gerektiğini savunur”. Mises açıkça ifade eder, “Liberalizm halkın temsilcileri aracılığıyla yasamayı ve halkın temsilcilerinin bir komitesi olan hükümetin yasalarla bağlı olmasını talep eder”. Mises’e göre, “Politik demokrasi mecburen liberalizmden neşet eder”. Fakat, etraflıca açıklar ki, insanların birbirine eşit asiller olarak muamele etmesi herkesin eşit olduğunu söylemekle aynı anlama gelmez. İnsanoğlu farklı farklı şekiller ve ölçülerle ve muhtelif yetenek ve hünerlerle vücut bulur. Bu bakımdan, hepimiz benzersiz bireyleriz. Bununla birlikte, hukukun sosyal amaçları bakımından, bu olgu önem taşıyan bir argüman değildir.
Topluma en iyi şekilde, üretim araçları onları en etkin nasıl kullanılacağını bilen kişilerin ellerinde olduğu zaman hizmet edilir. Yasal hakların doğum rastlantısallığına göre geçişi üretim mallarını en iyi yöneticilerden alı koyar. Bu argümanın liberal mücadelelerde, her şeyden önemlisi serflerin kurtuluşunda hangi rolü ifa ettiğini hepimiz biliyoruz. Elverişliliğin (expediency) en ciddi nedenleri liberalizme eşitliği tavsiye eder. Elbette ki, liberalizm hukukun önünde eşitliğin birey için belirli koşullar altında son derece baskıcı olabileceğinin bütünüyle farkındadır, çünkü bir insana fayda sağlayan şey başkasına zarar verebilir; bununla birlikte, liberal eşitlik fikri sosyal mülahazalara dayalıdır ve bu sosyal mülahazalara hizmet edilmesi gereken yerlerde bireylerin hassasiyetleri yoldan çekilmek zorundadır. Diğer bütün sosyal kurumlar gibi, hukuk da sosyal amaçlar için vardır. Birey hukuka boyun eğmek zorundadır, çünkü bireyin kendi amaçlarına ancak toplumun içinde ve toplumla birlikte hizmet edilebilir.
Hukuku bundan başka şekilde telakki etmek, Mises’in ileri sürdüğü şekilde, onun sosyal fonksiyonunu yanlış anlamaktır. “Liberalizmin yarattığı eşitlik hukukun önünde eşitliktir; liberalizm bundan başkasının peşine hiç düşmemiştir. Bu nedenle, liberal bakış açısından, bu eşitliği kınayan eleştiri yetersizdir. Gerçek eşitliğin malların eşit dağıtılması vasıtasıyla gelirin mutlak eşitliği olduğunu ileri sürmenin gerekçesi yoktur”. Fakat, sosyalistlerin kendi fikirlerini yayarken istismar etmeye çalıştıkları gerilim tam da buydu.
Mises’i okumak demokratik sosyalizme çok fazla vurgu yapan günümüzdeki tartışmalara karşı büyük bir panzehirdir, çünkü demokratik sosyalizmin 1848’den bu yana ileri sürülen, eski bir argüman olduğunu fark edersiniz. Dile getirilmesi gereken soru, iki fikir –demokrasi ve sosyalizmin– gerçekten de birbiriyle uyumlu olup olmadığına dair sosyal bilimsel bir sorundur. Mises için, tıpkı Hayek için olduğu gibi, sorunun cevabı müthiş bir ‘hayır’dır; demokrasinin sosyal fonksiyonunun içini tamamen boşaltmadığımız sürece/boşaltmayacaksak eğer ‘hayır’. En azından, Marxist devrimciler bunu anlamışlardı, işte bu nedenle geçiş dönemi boyunca işçi sınıfının diktatörlüğünü savundular. Mises sonuçlandırır, “Aşikâr ki, sosyalist toplum gelecek yüzyıllar boyunca demokrasiye yer vermeyecektir”.
Şimdi bunu gerçek radikal liberal ile karşılaştırın. Mises’in açık hale getirdiği gibi;
Her zaman ve her yerde liberalizm demokrasiyi derhal talep eder, zira liberalizm demokrasinin toplum içinde ifa ettiği işlevin hiçbir ertelemeye izin vermediğine inanır. Demokrasi olmadan, devletin barışçıl gelişimi imkânsızdır. Demokrasi talebi, bir ödün verme politikasının veyahut da dünyevi felsefenin sorularında rölativizme yaltaklanmanın sonucu değildir, zira liberalizm kendi doktrininin kesin geçerliliğini cesaretle iddia eder. Daha doğrusu, demokrasi talebi liberalizmin şu kanaatinin bir sonucudur; mutlak iktidar yalnızca akıl üzerinde kontrole bağlıdır ve böyle bir kontrolü kazanmak için sadece ruhani (spiritual) silahlar sonuç verir. Demokrasiden belirsiz bir gelecek boyunca sadece dezavantajlar hasat edeceğini öngördüğü yerde dahi, liberalizm yine de demokrasiden yana çıkar. Liberalizm kendisini çoğunluğun iradesine karşı ayakta tutamayacağına inanır; ve her halükârda, yapay surette ve halkın hislerine karşı sürdürülen liberal bir rejimden hâsıl olabilecek faydaların, şayet halkın iradesi ihlal edilecek olursa, devlet gelişiminin sulh içindeki istikametine mani olacak huzursuzluklarla karşılaştırıldığında son derece önemsiz olacağına inanır.
Bu pasajı dikkatle okuyunuz. Liberalizm demokrasiye sadakatini çelişkili ve mahzurlu (inconvenient) olduğunda, hatta belki de bilhassa böyle zamanlarda beyan eder ve liberalizm hükümetin yapısını ancak ve ancak fikirlerle tesir altına almaya gayret eder. Ekonomist demokrasinin enine boyuna ölçüp biçme sürecinden muaf olan ayrıcalıklı bir uzman değildir. Ekonomist, kendi vatandaşı bireyleri fikirlerinin gücü ve bu fikirlerinin nasıl olup da ortak refahı ileri taşıyacağına ikna etmek gayretiyle, bilim ve bilim adamlığından biriken bilgiden de istifade ederek, fikirlerini serbestçe ifade eden diğer bir/eşit vatandaştır.
Her halükârda, Mises’in Sosyalizm’i okunmaya değerdir. 1922’de yayınlandığını hatırlayınız, fakat aynı zamanda Mises’in argümanlarının günümüzün cari tartışmaları ile ne kadar çok yakından bağlantılı olduğunu da dikkate alınız. Ancak hepsinden önemlisi, onun demokratik kurumların önceliği hakkında hakiki radikal liberale yönelik mesajını ciddiye alınız. Hayek’in daha sonraki bir tarihte Özgürlüğün Anayasası’nda ileri süreceği gibi, Mises “Demokrasi ancak liberalizm çerçevesi içinde sosyal bir işlev ifa eder” şeklinde savunur. Bununla birlikte, vurgulanacak kritik husus şudur; liberalizme bu derin bağlılık aynı zamanda, insanların birbiriyle hukukun önünde asil eşitler olarak bağlantı kurmasının demokratik yollarını ima eder. Mises bunu unutmanın yalnızca demokratik kurumları değil, ayrıca liberal düzenin kendisini ve bu suretle de barışçıl sosyal işbirliğini yozlaştırmak ve terk etmek olduğunu vurgular. Demokrasisiz yolda herkesin herkesle savaşından ibaret bir şiddet tuzağına yuvarlanırız.
“Mises on Liberalism, Socialism and Democracy”, Coordinationproblem.org, 20.08.2019.
https://www.coordinationproblem.org/2019/08/mises-on-liberalism-socialism-and-democracy.html