2008’de ABD’de ilginç bir kitap yayımlandı. Los Angeles Times gazetesi köşe yazarı Jonah Goldberg tarafından yazılan kitabın kısa başlığı Liberal Fascism’di (Liberal Faşizm). Bazı Kemalist köşe yazarları bu kitabı keşfetti ve onun üzerinden Türkiyeli liberalleri faşistlikle itham etmeye çalıştı.
Bunun üzerine liberalizmin mi yoksa Kemalizm’in mi faşizme yakın olduğunu sorgulayan bir yazı kaleme almıştım. Geçtiğimiz günlerde The Independent Review’da profesör Steven Horwitz’in bu kitabı tahlil eden “Fascism: İtalian, German and American” (Faşizm: İtalyan, Alman, Amerikan) başlıklı yazısını okuyunca konuyu Horwitz’in perspektifine dayanarak tekrar ele almaya karar verdim.
Önce bir noktanın altını iyice çizelim. Liberalizm, her yerde aynı anlama gelmiyor. Kavram birçok yerde orijinal anlamından bir ölçüde saptırıldı, ABD’de ise neredeyse tamamen tersyüz edildi. Hayek ve N. Barry başta olmak üzere birçok filozof ve akademisyenin işaret ettiği gibi ABD’de 20. yüzyılın başlarında ”liberal” orijinal liberalizme karşı olanların sahiplenmeyi başardıkları bir etikete dönüşmüştür. Artık sosyal demokratları hatta sosyalistleri adlandırmak için kullanılmaktadır. Bunda Amerika’da sosyal demokrasi kavramının yerleşmemiş olmasının büyük payı vardır. Bu yüzden Amerikan liberalleri deyince atıf yapılan kimseler aslında sosyal demokratlardır. Önde gelen Amerikan sosyal demokratlarıysa Rawls, Dworkin gibi yazarlardır.
Otantik (klasik) liberaller, bu yazarların çizgisini -özel mülkiyeti reddettikleri veya önemsemedikleri, modellerini iktisadi sistem bakımından tercihsiz bıraktıkları, kendiliğinden doğan düzenden çok kamu otoritesince kurgulanmış düzene inandıkları için- illiberal veya kısmen liberal bulur. Amerikan liberallerini bazen “sahte”, bazen eşitlikçi veya refah devletçi liberal olarak adlandırır. Kendi çizgileri içinse liberal, gerçek liberal, klasik liberal, eski liberal ve bazen liberteryen adlandırmasını kullanır. Goldberg’in kitabı, klasik-otantik liberalizme değil, müdahaleci-devletçi Amerikan liberalizmine yönelik bir eleştiridir. Nitekim, kitabın tam başlığı da bunu göstermektedir: Liberal Fascism: The Secret History of the American Left, From Mussolini to Politics of Meaning (Liberal Faşizm: Mussolini’den Anlam Politikasına Amerikan Solunun Gizli Tarihi). Dolayısıyla, bu kitaptan Türkiye’deki ağırlıklı liberal çizgiyi (klasik liberalizmi) eleştirmek için malzeme çıkmaz. Ama kitaptaki bazı bilgi ve dokümanlar liberal etiketini kullanıp iktisat veya siyasette devletçilik sularında gezenleri (parçalı liberaller) ve devlet öncülüğünde adalet, modernlik vs. adına yeni bir toplum yaratmak isteyen her türlü kolektivist çizgiyi eleştirmek için kullanılabilir.
Horwitz’in dikkat çektiği önemli bir nokta Goldberg’in kitabının faşizmin bir “sağ-kanat” ideolojisi olduğu yolundaki inancı sorgulamasıdır. Bu çok önemlidir; çünkü bu inanç, solun otomatikman faşizmin dışında olduğu zannını uyandırmaktadır. +Oysa faşizm, sağın belli türleriyle olduğu gibi solun bazı türleriyle de iç içedir. J. Gregor, faşizmin sosyalist kökenli olduğunu eserlerinde göstermiştir. Büyük liberal filozof L. von Mises, Kadir-i Mutlak Devlet’te (Liberte Yayınları, Aralık 2009) Alman nasyonal sosyalizminin Komünist Manifesto’da yer alan programın on maddesinin sekizini hayata aktardığına işaret etmektedir. Goldberg de solun önemli ölçüde faşizme bulaştığını, bilhassa Mussolini ve Hitler üzerine bölümlerde belgelemektedir. Buradan öğrendiğimize göre hem Nazizm hem faşizm yoğun şekilde anti-kapitalist bir retorik kullanmış ve kitlelere anti-kapitalist vaatler yapmıştır. 1920’lerin Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi, faiz gelirinin iptali, büyük şirketlerin ve çok bölümlü mağazaların devletleştirilmesi, işçilerle kâr paylaşımı gibi sol orijinli hedefler benimsemiştir. Ne faşistler ne de Naziler, sol kökenlerini gizlemiştir. Onlar kendi çizgilerini ”orta-sınıf sosyalizmi” olarak görmüş ve sınıf savaşının yerine nasyonalizmi yerleştirmekle beraber sosyalist ilkeleri kendi ideolojilerine entegre etmiştir. Sosyalist unsurları milliyetçi, komüniteryen ve adeta Mesihçi bir lisana sokmakla faşizm kozmopolit ve evrenselci bolşevizme ve kapitalizme karşı sol-kanat ”üçüncü yol” olarak alternatif haline gelmiştir.
Faşizmin klasik liberalizmle ortak bir tarafı yoktur. Faşistler piyasalardan, niyetlenmemiş, kendiliğinden doğan düzenden ve klasik liberalizmin diğer merkezi fikirlerinden nefret eder. Buna karşılık, ABD örneğinde, Amerikan liberallerinin -ABD solu, ilerlemeciler, New Deal’ciler- fikir ve uygulamalarının faşistlere çok yakın olduğu görülmektedir. Kitaba “Liberal Faşizm” adı verilmesinin sebebi budur. Bunun anlam tercümesi ”sol faşizm” veya ”Amerikan solunun faşizmi”dir. Horwitz’in işaret ettiği üzere Goldberg, ABD’de so++lun faşistleşmesini çok iyi anlatmaktadır. İddialarını ispatlamak için bol miktarda belge göstermektedir. Aslında bu hususa başkaları da dikkat çekmiştir. Profesör Charlotte Twight, 1975’te “katılımcı faşizm” sözünü kullanmıştır. Bu kavramla işaret ettiği, ABD’nin politik ekonomi sistemidir. Faşizmi diktatörlüğe ve jenoside mecburi inançla sınırlamamak, bir politik-ekonomik sistem olarak görmek daha doğrudur. Faşistlerin ve Nazilerin sol esinli ekonomik ve sosyal programları Amerikan liberallerini-ilerlemecilerini gerçekten önemli ölçüde etkilemiştir. Ancak Avrupa faşizminden daha önce, 20. yüzyılın başlarında, ABD’li kimi entelektüeller, “liberal demokrasinin sonunun yaklaştığını” ve insanların “dünyayı yeniden kurma sorumluluğunu üstlenmesi” gerektiğini söylediklerinde, “faşist bir noktaya” varmıştır. Klasik liberaller bu fikri bilirler ve onun 20. yüzyılın en büyük liberal filozofu Hayek’in ”bilimizm” (scientism) olarak adlandırdığı şeyin, yani, fizik ve biyolojinin bilimsel metotlarının insan ilişkilerinin organizasyonuna uygulanabileceği inancının yansıması olduğunu kabul ederler.
Amerikan ilerlemecilerinin-liberallerinin ana inancı, aydınlanmış liderlerin ve teknokratların insanların maddi ve manevi iyiliğini sağlamak amacıyla devleti kullanabileceği fikridir. Amerikan liberalleri devletin, bireyleri olması gereken davranış kalıplarına uymaya zorlamasının gerekli ve meşru olduğunu düşünür. Goldberg’e göre çağdaş solun faşizm ile ırkçılık arasında bir bağlantı kurması doğru, fakat bunun tarihi olarak sadece bir sağ kanat uygulaması olduğunu düşünmesi yanlıştır. Solun tarihinde de ırkçılık ve ırkçı düşünce önemli roller oynamıştır.
Goldberg’in kitabı ilginç, ancak liberal kavramının ABD’deki anlamını bilmeyenlerin saçma yorumlara yönelmesine yol açmaya çok müsait. Nitekim Türkiye’de böyle yapanlar oldu. Bazıları ABD liberalleriyle Türkiyeli liberalleri aynı sanarak Amerikan sosyal demokratlarına yönelik eleştiri etiketini (faşist) liberallere yamamaya yeltendi. Bu hamle tutmadı, çünkü Türkiye’deki ağırlıklı liberal çizgi klasik liberaldir. Faşist etiketi Türkiye liberallerini faşistlikle suçlayanlara daha çok yakışmaktadır. ABD liberalizmini Türkiye’de ana ”liberal” çizgi haline getirmek isteyenlerin işi de, Türkiye’de sosyal demokrasi kavramının tutmuş olması ve solun hemen hemen her türünün liberalizmden ve liberallerden nefret etmesi yüzünden hayli zordur. Böylelerinin liberal etiketini paspasa çevirmeye çabalamak yerine dürüstçe sosyal demokratım demesi ve bunun mücadelesini vermesi hem daha ahlaklı hem de Türkiye için daha yararlı bir tavır olacaktır.
Zaman, 26.02.2010