Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama zor günler yaşıyoruz.
Mısır’da canlı yayında izlediğimiz anakronik darbede tanklar sokağa inene kadar “Mursi’nin hataları”nı konuşuyorduk, tankları görüp Mursi dersdest edilip, Sisi ekranda “… silahlı kuvvetleri bla bla içün yönetime el koymuştur” diye Kenan Evren fotoğrafı verene kadar twitter’da hava bir başkaydı, ancak o fotoğraftan sonra “vicdanlı solcular”ımız, “iki tarafın da yanlışlarını söyleyen” tarafsız aydınlarımız darbeyi gördüler ve “tabiyki darbeye karşı”ydılar. Halbuki o fotoğraftan daha üç saat önce hava bambaşkaydı ve ben darbeye darbe dediğim için komplocu filandım. Biz o işler nasıl yapılır iyi bildiğimiz için en azından tankları görünce, solcusuyla, sağcısıyla, yancısıyla darbeye darbe diyebildik ama Batı inandığı, savunduğu ve başarıyla hayatına tatbik ettiği bütün medeni değerleri o gün adeta ayaklar altına aldı ve darbeye darbe diyemedi. İsveç dış işleri bakanı Batının şerefini kurtarmaya yetmedi.
O günlerde Suriye’deki korkunç durumu henüz kanıksamadığımız ve canımız hala yanabilidği için “Suriye politikamıza bakınca tüm dünya yanlış bi biz mi doğruyuz diyorum ama Suriye’den görüntüler geldikçe, evet, tüm dünya yanlış bi biz doğruyuz diyorum” yazmıştım. Şimdi farkediyorum ki, bütün bu hissiyatla yazıp çizdiklerimde hep “kenardan izleme konforu” varmış. Hissettiğim duygusal sıkışmışlık ve yalnızlık, televizyon ekranında ve bana değmeyeceğinden emin olduğumdan olsa gerek, romantik bir hayıflanmadan ileri gidememiş. “Yalnızız” derken aslında edebiyat yapıyormuşum, söylediğim şeyin nasıl bir şey olduğunu pek de hissedemiyormuşum.
İşte şu sıralar, gerçekten sıkışmış ve yalnız hissediyorum. Olan bitene dair fikrimi tek cümlede özetleyebilirken, o cümlenin başına üç sonuna beş cümle ekleyerek kendimi açıklama gereği hissetmediğim dostlarla konuşurken, aslında hep beraber yalnız olduğumuz hissine kapılıyorum. Dostlarıma “evet ya, öyle işte” diye aynı fikirde olduğumu söyleyip umut vermek istiyorum ama farkediyorum ki o umuda asıl benim ihtiyacım var, aslında ondan da aynı tasdiki bekliyorum bir adım daha sabredebilmek için. Mursi’nin etrafı canlı yayında tanklarla sarılırken, onu orduya vermemek için etrafını çeviren insanların çaresizliğini şimdi anlayabiliyorum.
“Aslında şöyle oluyor, bunu da görmek lazım” filan gibi açıklamalar, temellendirmeler yapmaya mecalim yok, sadece tüm bu temellendirme veya açıklamaya ihtiyaç duymadan konuşabildiğim, anladığım, beni anlayan insanlara güç verebilmek, onlardan güç bulmak istiyorum. Ve uzunca bir süre uyumak istiyorum. Benim gibi hisseden çok insan olduğunu biliyorum, ülkecek depresyona girdik.
Kuşatılıyoruz ve irademiz elimizden kayıp gidiyor. Yıldıray Oğur’un bir yazısında çok güzel özetlediği şekliyle, bir çete başbakanı boğmaya çalışıyor ve ben ileride “Menderes’i nasıl teslim ettik bu adamlara?” diye hayıflanan insanlar gibi mi olacağım diye düşünüyorum. Başbakan’dan sorulacak şeylerin hesabını benim adıma bir çetenin sormasını değil, kendi adıma ben sormak istiyorum.
Okumayayım, takip etmeyeyim, bırakayım olan biteni takip etmeyi diyorum ama olmuyor.
İki yıl önce Almanya’da bir seminere katılmak için gittiğimde çok fena bir kaybetmişlik hissi yaşamıştım. Bu insanların yaptığı neyi yapamadık biz diye umutsuzluğa kapılmıştım, büyük bir hayal kırıklığıydı benim için orada gördüğüm refah. Filistinli bir arkadaşımla epey dertleştikten sonra boşa çabaladığımız hissiyle, “Umudum yok” demiştim. Arkadaşım “Bırakamayız, biz devam etmezsek, en azından birbirimizin yüzüne bakamayız. Umudumuz olmasa da bırakamayız!” demişti.
Evet, 80 yıldır periyodik olarak 10 yılda bir “kurtarılan” insanlarız. Bu hastalık şu sıralar yeniden nüksetti. Tek isteğimiz şu: Artık bizi kurtarmaktan vazgeçin! Bizim iyiliğimiz için bizi dincilerden, yobazlardan ve hırsızlardan kurtarmayın, bırakın medeni ve demokratik ülkelerde olduğu gibi bunu vatandaş olarak biz yapalım, hesap sorma hakkımızı bizim adımıza kullanmaktan vazgeçin. Fakat her zaman bizim yerimize bizi düşünenler oluyor maalesef.
Tüm bu yorulmuşlukla “ne yapmalıyım?” diye düşünüyorum. Cevabım yıllar önce Filistinli arkadaşımla aramızda geçen diyalogda: Ölmez de bu günleri atlatırsak, bir gün yeniden karşılaştığımızda, en azından birbirimizin gözlerine bakabilmek için vazgeçemeyiz. Evet yalnızız, evet kuşatılıyoruz, evet lanetli bir coğrafyanın çocuklarıyız ve fakat işte tam da bu yüzden vazgeçemeyiz!