Kurtlar vadisi dizisi yaklaşık 10 yıldır televizyonda geniş bir kitle tarafından izlenmektedir. Bu dizi zaman zaman siyasi hayatın gidişatına göre farklı çerçevelere oturtulsa bile ana teması aynı: “Devletin bekası için her şey mubahtır.” Kurtlar Vadisi dizisi sadece kendi sınırlarımızda tehlikeli olsa gene iyi, geçen haftalarda siyasi bir krize neden olacak şekilde iki ülke gündemini de belirledi.
Kurtlar Vadisi dizisinin TV’de gösterime başladığı dönemde 10 yaşında olanlar bugün 20 yaşında, yani aslan gibi yiğit birer delikanlı oldular. 20 yaşında olanlar da tabi olarak 30 yaşlarında tam Memati Ağabeyleri gibi gözünü dikenden, budaktan esirgemeyen birer yağız delikanlı oldular. Bu gençlere her yerde rastlayabilirsiniz. Örneğin bir halk otobüsünde “affedersiniz biraz geriye doğru ilerleyebilir miyiz” dediğinizde Polat ve arkadaşları sizi indiğiniz yerde yayılım ateşine açmasa da yumruk ateşine açabilir ve neye uğradığınızı şaşırırsınız. Yani, bu gençler kendilerini birer Polat, Memati, ve bazen de Büyük İskender görmektedirler. Bu durum bile demokrasi ve insan hakları adına daha kaç fırın ekmek yememiz gerektiğini göstermektedir. Irkçı söylemler 72 milyon Türkiyeli üzerinde bütünleştirici değil, bozucu etkiler doğurmaktadır. Irkçı söylemler başka söylemleri gündeme getirmektedir. Bu seferde devlet öncülüğünde ırkçı bir dizi nedeniyle sokaklarda binlerce Polat Alemdar’lar dolaşmaktadır. Bu dizide izleyiciye yutturulmaya çalışılan “devlet adına hareket edenler bu uğurda insan öldürebilir ve kimse de bunlar eleştiremez” dir. Ayrıca, asrın büyük davası devam ederken orada yargılananları da savunur nitelikte, “öldürmüşsek vatan içindi” türünden tamamıyla bireysel hak ve özgürlükleri dışlayıcı boyut taşımasıdır.
Hukukun guguk olduğu yerde bireyler kendilerine yapılan herhangi bir haksız fiil karşısında kendilerine yapılan haksız fiili kendileri bertaraf etme eğiliminde olurlar. Yani ihkak-ı hak durumu gerçekleşir. Bizde devlet sıradan işlerin aygıtı durumundadır. Devletin görevinin asayişi temin etmek, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına almak derken “devletsizlikten” değil, devletin asli görevlerine dönmesini vurgulamaktayız. Herkes asli görevine dönerse ne darbe planlarından ve girişimlerinden söz edilir, ne de işi savuma olan yetkilinin bizleri “hizaya” çağıran açıklamalarına maruz kalırız. Ne var ki, devleti kutsal sayan, hatta bu kutsallığı “Tanrı’nın yeryüzünde devlet içinde somutlaşarak yürüdüğü” şeklinde algılayanlara ve bu kutsal için onbinleri öldürmeyi göze alanlara bir şey anlatamayız. Devlet adına şiddeti savunanlar, bunu açıkça ifade etmeseler de, on yedinci yüzyılın cadı mahkemelerinde suçlulara uygulanan işkencelere tanık olmuş olan Kraliyet sarayının başsavcısı Bacon gibi yaşanılabilir bir toplum için kaba kuvvetin, güç ve iktidarın ne kadar gerekli olduğunu bize anlatmaya çalışmaktadırlar. Böyle olunca her türlü darbe girişimi itinayla yapılır türünden reklamlar izleyebiliriz.
Hulasa, “bir insanı öldürmek kâinatı öldürmek gibidir” ve her ne sebeple olursa olsun en büyük hak olan yaşama hakkını kimse bizden almamalıdır. Temeli demokrasi özürlü olan rejimimizde, 27 yıl süren Tek Parti iktidarı bunu göstermektedir, artık pek çok konuyu konuşuyor ve tartışıyor olmamız da ilerisi için bizlere umut vermektedir.
25.01.2010