Kürtaj üzerine

Başbakan’ın kürtaja karşı çıkışı epeyce yankı yaptı. Böylece siyasî tartışma gündemimize, demokratik ülkelerdeki örneklerin gösterdiği üzere, hiç sona ermeyecek bir konu eklendi. Ayrıca kürtajla Uludere katliamı arasındaki benzetme ve kıyaslamalar, bizim kürtaj tartışmamıza diğer ülkelerdekine benzemeyen boyutlar kazandırdı.

Bu meseleyle ilgili görüşlerimi açıklamadan önce, AK Parti liderinin üslubunda zaman zaman problemlere yol açabilecek kaymalar olabildiğine işaret etmek istiyorum. Erdoğan, bazen, yumuşak bir üslupla söylendiğinde daha iyi anlaşılacak ve eminim daha etkili olacak tezlerini sert bir tarzda dile getiriyor. Bunu ya seviyor ya da öyle yapmamak elinde değil. Hangisi doğru bilmiyorum ama, kendisinin önemli bir siyasî lider olması ve başbakan sıfatını taşıması, belki başkalarında mazur görülebilecek bu ifade sertliğini bir problem doğurma potansiyeline kavuşturuyor. Buna ilâveten, Erdoğan, sık sık başbakan ve AK Partisi lideri olduğunu vurguluyor. Bunlar bilinen şeyler ve kimsenin itirazı yok. Bu yüzden ikide bir üstelik o makamların sahibi tarafından ifade edilmeleri tamamen gereksiz. Başbakan, söz konusu unvanları taşımasının, dile getirdiği görüşlerin doğruluğunu ispatladığını veya kuvvetlendirdiğini düşünüyorsa, siyasî açıdan tartışılabilecek olsa bile, ahlâkî ve felsefî bakımdan bu doğru değil. Bir görüş kim tarafından dile getirilirse getirilsin, aynı derecede doğru veya yanlış olma şansına sahiptir; ne daha fazla ne de daha eksik.

Kürtaj meselesi kadim beşerî problemlerden biri. Çok yönlü ve çok boyutlu. Ahlâk, din, felsefe, biyoloji, haklar teorisi, hukuk ve nihayet siyaset bu problemle ilgili. Genel hatlarıyla toplumlar bu konuda ikiye bölünüyor. Bir tarafta ”hayat taraftarları” (Pro-life) diğer tarafta anne-babanın, özellikle annenin tercih hakkını vurgulayan “tercih taraftarları” (pro-choice) yer alıyor. Her iki kesimin de, hem kendi içinden hem karşı taraftan bakıldığında çok güçlü iddiaları da bir ölçüde zayıf olduğu söylenebilecek iddiaları da var. En tipik şekilde ABD’de beliren bu kanatlar elbette siyaseti de etkilemeye, kendi görüşlerini bağlayıcı ve meşru zorla desteklenen bir kamusal politikaya dönüştürmeye çalışıyor.

Annenin kalıcı sağlığı veya bebeğin giderilmesi imkânsız ve ağır engelliliği söz konusu olduğunda kürtaj yoluna gidilmesi neredeyse her ülkede, dinde ve kültürde müsaade edilebilir bir yol olarak görülüyor. Tecavüz sonucu oluşan ve annenin kesinlikle istemediği hamileliklerde de aşağı yukarı bir mutabakat var. Esas ihtilâf, gönüllü iradeyle yaşanan cinselliklerin eseri olan hamileliklerin, diğer her şey normal iken, anne-babanın, özellikle de annenin isteğiyle sona erdirilmesinin normal sayılmasının ve müsaadeye mazhar olmasının gerekip gerekmediği üzerinde. “Hayat” taraftarları bu anlamda kürtajın, bir canlının öldürülmesi, toplumsal ve hukuksal adlandırılmayla bir cinayet anlamına geldiğini söylüyor. Bu yüzden, toplumun bunu engelleme hakkının olduğunu, kürtajın kanunla yasaklanabileceğini ve bunun insan hak ve özgürlüklerine bir müdahale teşkil etmeyeceğini ileri sürüyor. Bu muhakeme genellikle dine dayandırılıyor ama seküler mantıkla da aynı sonuca ulaşmak mümkün. “Tercih hakkı” taraftarları ise rahmindeki bebeği isteyip istememenin kadına ait bir hak olduğunu, kürtajın kanunla yasaklanmasının kadının bedenine rızası hilafına müdahale edilmesi ve tercih hakkının çiğnenmesi anlamına geldiğini söylüyor. Ayrıca hayli ileri bir vakte, belki hamileliğin 20. ayına kadar, bireyin ortaya çıktığının söylenemeyeceğini iddia ediyor. Bu yüzden, ”bebeğin” hukuk süjesi bir varlık olarak görülemeyeceğini, hak sahibi bir otonom beşeri özne sayılamayacağını vurguluyor.

ARGÜMANLARIN SIĞLIĞINDA…

Her iki kanadın argümanlarının da hem güçlü hem zayıf yanları olduğuna işaret etmiştim. Ana rahmine gönüllü beraberliklerin sonucu olarak düşmüş bir insan cinsi potansiyelinin varlığının kolayca sona erdirilmemesini talep etmek, insanî hayat açısından makul görünüyor. Ancak bunun olmasını sağlamak için bir kanuna ihtiyaç var mı, tartışılır. Herhalde kadınların tüm hamileliklerinde kürtaj peşinde koştuğunu söyleyemeyiz. Öyle olsaydı, insan cinsi varlığını sürdüremezdi. Öte yandan, hamileliğin anne-babayı (çiftleri), bilhassa kadını birinci derecede ilgilendirdiği açık. Toplumun geleceği, kamusal yarar, milletin bekası gibi argümanlar, annenin tercih hakkını geçersizleştiremez. Buna müsaade edersek, Çin’de görüldüğü gibi, kamusal yarar bazı durumlarda doğumlara imkân bırakmamak için de kullanılabilir. Yani kürtaj, zorunlu kılınabilir.

Diğer taraftan, meselenin yalnızca kadın bedenini ve dolayısıyla kadını ilgilendirdiği fikri de abartılı bir indirgemecilik. Tam anlamıyla bir birey olmasa bile bebeğin anneden ayrı bir varlık teşkil ettiği ve ona bir nesne gibi muamele edilemeyeceği açık. Nitekim fiiliyatta da kürtaj kararları, en azından babanın da katılımıyla, bazı durumlarda daha geniş bir ailevî konsensüsle alınıyor. İnsanın yapısının ve beşerî hayatın doğasının yol açtığı problem yataklarını, toplumsal ve siyasi kararlarla yok etme imkânı yok. Herkes hayatın gerçeklerini ve sınırlarını kabul etmek zorunda.

Peki ne olmalı? Bana göre kürtajın anne (baba) tercihini tamamen dışlayarak kanunla tümden yasaklanması yanlış. Özünde ahlâkî olan problemlere siyaset ve hukuk yoluyla çözüm bulamayız. Siyasetin bu anlamda yapacağı her tercih, birilerini kayırma diğerlerini dışlama, ezme anlamına gelir. Ayrıca hiçbir zaman kanunlar, toplum hayatının her alanına hükmedemez. Kürtajı yasaklayan bir kanun, bu uygulamayı bitirmekten ziyade, yer altına indirilmesine ve illegal, gayri hijyenik ve tehlikeli ortamlarda yapılmasına yol açar. Zenginler ve güçlüler bundan zarar görmez, fakirler ve yoksullar ıstırap çeker. Kürtaj, genel tıbbî kurallar ve anne tercihlerine bağlı şekilde serbest olmalı. Özgürlükçü hukuk tekniği açısından bakıldığında serbest bırakmak, insanların tercih yelpazesinin, yasağa nispetle, genişletilmesi anlamına gelir. Yani serbest bırakmak, dayatmak demek değildir. Yasaklamak, bazı durumlarda ve bazı kişiler için dayatma anlamına gelebilir. Kürtajın yanlış olduğuna inananlar ise siyaset ve hukuk yolu ile kendi görüş ve tercihlerini diğerlerine dayatmaya çalışmak yerine, sivil toplum ortamında ve gönüllülüğe dayanan araçlarla (yayınlar, ikna çabaları, özel destek sağlama ve benzeri yollarla) toplumda kürtaj pratiğinin geriletilmesi için mücadele edebilir.

 

Zaman, 08.06.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et