Kürt siyaseti ve meşruiyet

BDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş, Newroz günü İMC TV’de bir programa katıldı. Ali Bayramoğlu, Mithat Sancar, Mesut Yeğen ve Erol Katırcıoğlu’lunun sorularını yanıtlayan Demirtaş, Kürt siyasetinin barış sürecine ve 17 Aralık sonrasına dair tutumu hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Tüm program boyunca Demirtaş’ın kullandığı sözler, Kürt siyasetinin kendine has ve kendisi tarafından belirlenen bir ajandasının olduğunun teyidi niteliğindeydi. Kürt siyasetinin iki ana gündemi var: Barış süreci ve seçimler; barış sürecini ilerletmek ve seçimlerde mümkün olduğunca çok belediye kazanıp oy oranını en yüksek seviyeye çıkarmak temel hedef. Çünkü barışın derinleştirilmesi ve olası bir seçim başarısı, Kürt siyasetin elini güçlendirecek. Çalışmalara bu düşünce yön veriyor, siyaset bu minval üzerinden yürüyor. Ancak kimi gruplar bundan hoşnut değiller. Kürt siyasetinin kendi gündemini takip etmesi bazı bünyelerde rahatsızlık yaratıyor. Zira onlar, Kürt siyasetin ne düşündüğünden ziyade kendi öncelikleri ve talepleriyle ilgililer. Kendi doğrularının Kürt siyasetince kabul edilmesini ve bu doğrultuda hareket edilmesini istiyorlar. Mesela Kürt siyasetinden 17 Aralık’ı kendi zaviyelerinden görmesini ve kendilerinin arzuladığı tarzda tepki göstermesini talep ediyorlar. Fakat bu talepleri bir karşılık bulmuyor. Demirtaş, bu durumu şöyle anlatıyor: “Israrla bir kesim Kürt hareketine ‘AKP karşıtı bir cephe içinde yer alacaksınız, o cephe burasıdır, başka yerde duramazsınız’ diyor. Bu, bizim asla düşmeyeceğimiz bir tuzaktır. ‘AKP karşıtıysan senin yerin bizim yanımızdır’ diyenlere, ‘hayır kardeşim yerimiz sizin yanınız değil, durduğunuz yer yanlış, amacınız meşru değil, muhalefet tarzınız doğru değil’ demeye devam edeceğiz…” Üçüncü yol Demirtaş, 17 Aralık’tan sonra durdukları yeri “yandaşlık” ve “karşıtlık” gibi yıpranmış terimler üzerinden tanımlamıyor. “AKP karşıtı cephe, eğer ‘Cemaat-MHP-CHP’ cephesiyse biz o cephede değiliz, bu doğru. Öcalan yaptığı Newroz açıklamasıyla o cephede olmadığını deklare etmiş oldu. Ama o cephede olmayınca bu direkt AKP’nin yanında oluyorsunuz anlamına da gelmiyor.” Bu, konumunu ilke ve demokratik değerlere referansla belirleyen üçüncü bir yolu tarif ediyor. Kürt siyaseti iki taraftan biri olmanın kolaycılığına saplanmıyor ve her iki tarafa da eleştirel yaklaşıyor. Hükümete yönelik en önemli eleştiri, sürece gereken hassasiyetini vermemesi ve sürecin bir nevi savsaklanması. Demirtaş’a göre, hükümet yasal zemin oluşturmayarak süreci provokasyonlara ve sistemi de darbelere açık hale getiriyor. Bunu son derece tehlikeli buluyor ve bu konuda kendilerinin ve Öcalan’ın hükümeti uyardığını ifade ediyor. ‘Ulusalcı-Cemaatçi cephe’ Demirtaş’ın “ulusalcı-Cemaatçi cephe”ye yönelik eleştirisi ise çok daha ağır: “Ulusalcı-Cemaatçi cepheyi ve amacını meşru görmüyorum.” Buradaki kritik kavram, meşruiyet. Ali Bayramoğlu’nun da vurguladığı gibi; BDP dışındaki siyasi aktörler arasında meşruiyet meselesini önemseyen yok. Ama BDP meşruiyeti öne çıkarıyor ve siyasetini ona göre tanzim ediyor. Peki, ulusalcı-Cemaatçi cepheyi meşruiyet yoksunu yapan sebepler neler? Demirtaş üç sebep sıralıyor: İlki, amacın gayri-meşru olmasıdır. Demirtaş’a göre, 17 Aralık’tan sonra ortaya dökülenlerin gayesi yolsuzları ortaya çıkarmak değil, siyaseti –siyaset dışı yollarla- düzenlemektir: “Niye amaçları meşru değil diyorum, bakın şu ortaya dökülen bilgilerin, tapelerin, kayıtların normalde bir tanesi bir hükümeti götürür. Ama toplum bunların amacını, meşruiyetini sorguladığı için hükümet düşmüyor. Elinizde bu kadar bilgi, belge varsa, bu kadar dinlediyseniz, her şey hukuka, yasaya uygunsa yıllardır niye ortaya koymadınız bunları? Toplum bunu soruyor, biz de soruyoruz. Hırsızlık varsa zamanında açıklayacaktınız. Demek ki sizin amacınız yolsuzlukları ortaya çıkarmak değil, seçimlerin arifesinde elinizdeki malzemeyi siyaseti dizayn etmek için kullanmak.” İkincisi, operasyonu yapanların sicilidir. Bugün temiz toplum ve demokrasi havariliğine soyunanların, geçmişte karanlık ve son derece anti-demokratik işlere imza attığını hatırlatıyor Demirtaş. Bilhassa Kürt siyasetinin bütün demokratik zeminlerini tahrip eden ve meşru vasıtalarla siyaset yapma imkânını ortadan kaldıran KCK operasyonlarına ve bu operasyonlarda Gülen Cemaati’nin oynadığı role dikkat çekiyor: “Bunları ortaya döküyorsun da sen ne kadar temizsin? KCK operasyonlarında Cemaat’in hiç mi rolü yok? Elinde kayıt yok mu, hangi siyasetçilerin tutuklanacağına karar verilen toplantılarda Cemaat temsilcisi neler söylemiş?” Üçüncüsü ise, meşru siyaseti meşru araçlarla yapma gereğidir. Demirtaş, gayri-meşru malzemelere dayanarak bir siyaset inşa etmeyeceklerini, bunu ilkesel olarak reddettiklerini belirtiyor: “Kanun dışı dinlemeler yapılmış, özel hayatlar dinlenmiş, bunlar gayri-meşru yollarla servis ediliyor ve bunlar üzerinden muhalefet yapmamız isteniyor. Biz ilkesel olarak buna da karşıyız… AKP’yi eleştirmek için bu malzeme bize lazım değil. Pratikte hükümetin yaptığı kıyamet kadar yanlış var. Özel bir telefon konuşması Roboski’den daha mı önemli?” Türkiye siyasetinin –özellikle muhalefet partilerinin- ihtiyaç duyduğu akıl, bence Demirtaş’ın bu sözlerinde saklı. AKP’ye muhalefet etmek için, karanlık odakların ürettiği gayri-ahlaki araçlara ve gayri-meşru araçlara ihtiyaç yok. Demokrasi ve meşruiyet sınırları içinde kalarak etkin bir muhalefet yapılabilir. Muhalifliğin bu şekilde icrası, hem bütün olarak siyasetin korunmasına hizmet eder, hem de muhalefeti değerli kılar. Bugün Kürt siyasetinin yıldızını yükselten ve önemine önem katan da, onun meşru ve demokratik siyaseti savunmadaki ısrarı, gayri-meşru yollara tenezzül etmemesidir. Bunda CHP için çıkarılması gereken çok ders var.

Serbestiyet, 28.03.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et