Korumacılık genellikle ekonomik bağlamda kullanılan bir terim. Anlamı, ekonomideki sektörlerin yabancı rekabete karşı korunması. Bu sektörlere turizm, otomotiv, tekstil gibi örnekler verilebilir. Bu anlamda korumacılık tüm dünya ölçeğiyle ilgili olmakla beraber korumacılığın tamamen ülke içinde tezahür etmesi de mümkün. Örneğin, bir sektöre daha önce girmiş olanlar yeni girişleri engellemek için yola çıkabilirler. Bunun zaman zaman yazılarımda ele aldığım, gelecekte de ele almayı düşündüğüm örnekleri var. Bu yazıda asıl konum kültürel korumacılık.
Kültürel korumacılığı yazı konusu hâline getirmemin sebebi, İtalya’nın Verona şehrinde belediyenin kebap restoranlarına sınırlama getirmesi. Şehirdeki her dört restorandan ikisi kebapçıymış. Kebapçıların böylesine yaygın olması Risotto gibi klasik İtalyan yemeklerine ilginin azalmasına ve hatta bazı yemeklerin ortadan kalkmasına sebep oluyormuş. Bu yüzden belediye artık etnik yiyecek restoranları açılmasına izin vermemeyi, kebapçıların sayısını sınırlandırmayı kararlaştırmış. Benzer yasaklar daha önce başka İtalyan şehirlerinde de konmuş veya tartışılmıştı…
Avrupa’nın başka yerlerinde de benzer olaylar var. En tipiklerinden biri Fransa. Fransa’da dükkân isimlerinin İngilizce olmasına eskiden beridir hem ülke yönetimi hem de halkın hatırı sayılır bir kesimi tepki göstermekte. Dükkân isimlerinin Fransızca olması istenmekte. Türkiye’de de zaman zaman bu tür görüşlerin dile getirildiği malum. Bazı mağazalar ve lokantalar -bu arada elbette oteller- İngilizce isimler alıyorlar. Bu durum bazı kesimleri rahatsız ediyor. Dilimizin ve kültürümüzün erozyona uğraması olarak görülüyor ve devletten yasaklarla bunun önüne geçmesi talep ediliyor.
Böylece mahallî kültürün yabancı kültürlere karşı kanunlardan yönetmeliklere kadar uzanan regülasyonlar marifetiyle korunması demek olan kültürel korumacılık doğuyor. Daha global olarak bakıldığında İngilizcenin bir dünya dili hâline gelmesi ve en büyük ekonomik gücün İngilizce konuşulan ülkelerde toplanması ister istemez İngiliz diliyle birlikte Aglo-Sakson kültürünün dünyaya yayılmasına yol açıyor. Korumacılık buna tepki/çare olarak gündeme geliyor.
Meselenin iki boyutu var. İlki değerlerle, ikincisi pratikle alâkalı. İnsanların mağazalarına, dükkânlarına isim seçmelerine dil üzerinden karışılması bir özgürlük ihlâli teşkil eder mi etmez mi? Bu soruya insanlar ideolojik duruşlarına bağlı farklı cevaplar verecektir. Muhafazakârların ve milliyetçilerin ‘evet’ diye bağırmasını beklemeliyiz. Liberaller hayır diyecek ve muhtemelen ortada bir mesele bile görmeyecektir. Sosyalistler ise muhalefetteyken liberallerin iktidardayken milliyetçi muhafazakârların pozisyonuna yakın duracaktır.
İkinci boyut yasak yoluyla korumacılığın pratikte bir işe yarayıp yaramayacağı. Kuşku yok ki çok ağır cezalar getirilmesi hâlinde insanlar isteneni yapmak için müşevviğe sahip olacaktır. Hafif cezalar olması durumunda insanlar ceza ödemeyi göze alarak istedikleri şekilde yola devam edebilirler. Çok ağır cezalar ise özgürlük ihlâlleri yaratır.
Ben kültürel korumacılığın değer bakımından yanlış olduğu pratikte de fazla işe yaramayacağı kanaatindeyim. Değer bakımından yanlışlık insanlara tercih alanı bırakmamaktan kaynaklanıyor. Bireyler/firmalar piyasa şartlarını ve faaliyet ortamlarını/alanlarını dikkate alarak kendi isim seçimlerini kendileri yapabilmeli. Pratikte de yasakların, zorlamaların sonuç alması zor. Kararlı insanlar mutlaka bir yolunu bulmaya çalışır ve yasakları uygulama çabası topluma ilâve sosyal ve ekonomik maliyetler bindirir. Ayrıca, globalleşen bir dünyada insanların sadece ülkelerinin sınırları içinde kalmayıp daha geniş bir coğrafyaya açılmak istemeleri normal. Dünya çapında tanınabilecek ve akılda tutulabilecek bir isim onlara ve onlar üzerinden Türkiye’ye daha çok katkıda bulunabilir.
Korumacılığın her türünün yanlış, zararlı ve çoğu zaman işe yaramaz olduğu kanaatindeyim.
Yeni Yüzyıl, 22.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/kulturel-korumacilik-1754