MİT krizi şu aşamada bitebileceği kadarıyla bitmiş -ya da küllenmeye bırakılmış- görünüyor.
Bu yeni aşamada sorulması gereken en hayati soruyu İhsan Dağı dün Zaman’daki yazısında soruyordu: “Bu kriz hükümette reaksiyoner bir kapanmaya mı, yoksa demokratik bir sıçramaya mı yol açacak?”
Sanıyorum artık hepimizin geçtiğimiz hafta ortalığa saçılan binbir çeşit senaryo üzerinde spekülasyon yapmayı bir kenara bırakıp bundan sonrasına bakmamız ve Dağı’nın sorduğu o soruya cevap aramamız gerekiyor.
Zira yine Dağı’nın söylediği gibi, eğer doğru dersler çıkarabilirsek, bu kriz bir fırsata dönüşebilir ve birçok olumlu şeyin miladı olabilir.
Çıkarılacak ders denince benim hemen aklıma gelen iki önemli alan var.
Birincisi, yaşanan süreçten, “PKK’yla müzakere” adına önemli dersler çıkarılabilir.
İkincisi, bu kriz epey bir süredir yargı cenahında yanlış giden şeyleri düzeltmek için bir fırsat olabilir.
Özel yetkili mahkemeler ve TMK
İkincisinden başlarsak;
Özel yetkili savcıların yürüttüğü soruşturmalarda veya özel yetkili mahkemelerde sürmekte olan davalarda ortaya çıkan “aşırı” uygulamalardan, fikir ile eylem arasında ayrım yapılmaksızın önüne gelenin tutuklanmasından sadece kamuoyunun değil hükümetin de rahatsız olduğu biliniyordu. Hükümet, bu cenahta yanlış giden her şeyin faturasının kendisine çıkarıldığının gayet iyi farkındaydı ve bu yüzden de her davranışıyla yargıyla arasına mesafe koyarak yargı yıpranırken kendisinin de yıpranmasını engellemeye çalışıyordu. Ama bu mesafe koyma çabalarının pek işe yaradığı da söylenemezdi. Aslolan, yanlışlıklara sebep olan hukuki altyapının düzeltilmesi idi.
Şimdi hükümetin, son krizde ortaya çıkan tablodan da hareketle hem özel yetkili mahkemelerle hem de duyulan rahatsızlıkların asıl kaynağı olan Terörle Mücadele Yasası’yla ilgili bir reforma gitmesi, “krizi fırsata dönüştürmek” anlamında çok önemli bir adım olacaktır.
TMK, terörle mücadeleyi zayıflatıyor
Terörle Mücadele Yasası’nın şimdiye kadarki pratiği bize bu yasanın terörle daha etkili bir mücadeleye yaramadığını, hatta tam tersine terörü azdırıcı bir etki bile yaratabildiğini gösteriyor. Hatırlayın, 1991’den beri yürürlükte olan bu yasanın en acımasızca uygulandığı dönemler aynı zamanda PKK’nın kitle desteğinin en güçlü olduğu günlerdir. Olağanüstü Hal’in en baskıcı dönemleri, “Kürt” lafını ağza almanın bile yasak olduğu, Kürt kimliği ile ilgili en ufak bir talebin hapisle cezalandırıldığı o günler, aynı zamanda köylerden gençlerin akın akın dağlara çıkıp PKK’ya iltihak ettiği günlerdir.
Böyle bir yasa terörü önlemeye çare olsaydı, sonuç böyle mi olurdu? Bugün de bu yasa, belirsiz terör tanımı, örgüt üyeliği sınırlarını tam çizmeyişi, fikir ile eylemi birbirinden ayırmayışı ile terörle mücadeleyi güçlendirmiyor, aksine yürüyen davaları yıpratarak terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor.
Özel yetkili mahkemelere gelince…
Bilindiği gibi MİT krizi sırasında AK Parti’nin etkili isimlerinden birinin bir gazeteciye “Ülkemiz terör ve çetelerle mücadele ettiği sürece bu tür mahkemelere ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Ama bunu bizimle bir hesaplaşmaya çevirmek isterlerse, 1 maddelik bir yasa çıkarır ve özel yetkili mahkemeleri kaldırırız” dediği yansımıştı.
Bir problemi ucu ancak kendisine dokununca fark eden anlayış elbette doğru değil ama öte yandan, eğer bu kriz hükümetin bu mahkemelerin doğurduğu sakıncaları anlamasını sağlayabildiyse bu da bir kazançtır.
MİT krizinden “PKK’yla müzakere” adına çıkarılabilecek dersleri ise bir dahaki yazıya bırakalım.
Bugün, 22.02.2012