Kobani, rehineler ve Şer’den çıkan hayır

Eski adıyla IŞİD, yeni adıyla İD (İslam Devleti), Irak Kürdistanı’ndan sonra tekrar Suriye Kürdistanı’na yöneldi. Irak Kürdistanı’na saldırısı ABD’nin hava saldırılarıyla durdurulan ve geri çekilmek zorunda kalan İD, bu kez Kobani’ye ağır silahlarla saldırmaya başladı. Kobani’yi savunan YPG güçleri ile İD arasında şiddetli bir savaş yaşanırken, İD vahşetinden kaçan ve sayılarının 100 bini geçtiği söylenen Kürt de, Türkiye sınırına göç etmek zorunda kaldı. Neden Kobani? İD’in Kobani saldırısının altında yatan neden ne? Bazıları, Kobani’nin Öcalan’ın demokratik özerklik düşüncesinin uygulandığı bir yer olduğunu, sembolik açıdan büyük bir değer taşıdığını ve İD’nin bu sebeple öncelikli olarak burayı hedef aldığını belirtiyorlar. Bunu abartılı bir yorum olarak görüyorum. İD’nin Kobani’ye saldırısında belirleyici olan, ideolojik bir saikten ziyade, stratejik planlamalar. Şöyle ki: Suriye Kürdistanı’ndaki üç Kürt kantonundan biri olan Kobani, diğer iki kantonun ortasında bulunuyor. İD, Kobani’yi ele geçirirse, Kürt kantonları arasındaki geçişi, alış-verişi ve yardımlaşmayı önleyecek. Diğer kantonlar İD’nin saldırısına daha açık hale gelecek, Kürtlerin diğer iki kantonlarını savunması çok daha güç bir hal alacak. Ayrıca İD’nin ana karargâhı Rakka’da. Kobani, Rakka’ya en yakın bölge. Dolayıyla İD, karargâhını tahkim etmek ve kendisine yönelebilecek olası bir tehlikeyi asgariye indirmek için Kobani’ye saldırmış olabilir. Koalisyonun etkisi İD, Kobani’ye saldırısı karşısında kendisine karşı oluşturulan uluslararası koalisyonun tepkisini ve etkisini de gözlemleyecek. Daha önce Musul’u neredeyse elini kolunu sallayarak almış, ne içte ne de dışta bir reaksiyon ile karşılaşmamıştı. Fakat Irak Kürdistanı’na yöneldiğinde ABD uçakları tarafından vurulmuştu. ABD Genelkurmay Başkanı, İD’nin sadece Irak’ta vurulmasının onunla mücadele etmek için yeterli olmadığını, sonuç almak için İD’nin Suriye’de de vurulması gerektiğini belirtmiş ve buna hazır olduklarını söylemişti. Ancak şu ana kadar İD’ye ne ABD, ne de koalisyon güçleri tarafından Suriye’de bir müdahale yapıldı. Aslında İD’nin Suriye’de vurulması, Obama stratejisinin bir gereği. Zira o stratejide, bir taraftan hava saldırılarıyla İD’nin vurucu gücünün zayıflatılması, diğer taraftan ise sahada İD’ye karşı savaşan gruplara destek verilmesi yoluyla mücadele direncinin artırılması söz konusuydu. Eğer bu stratejiye uygun olarak İD’nin Suriye’deki hedefleri vurulursa, Kürtler kendilerini daha güçlü bir şekilde savunma imkânı bulacaklar. Aksi takdirde İD’nin ilerleyişini sürdürmesi meşum bir ihtimal olarak duracak. Rehinelerin serbest bırakılması Kobani’ye saldırmasıyla eş zamanlı olarak 101 günden beri rehine olarak tutulan 49 konsolosluk görevlisi serbest bırakıldı. Zamanla, birçok spekülasyonu da beraberinde getirdi. Aslında, spekülasyonlar ve komplo teorileri baştan beri vardı. Önceleri rehinlerin Erdoğan’ın seçim kampanyası olduğu, seçime kısa bir süre kalarak serbest bıraktırılacakları ve Erdoğan’ın seçime bu rüzgârla girip kazanacağı yazılıp çiziliyordu. Bu gerçekleşmeyince, yeni ve favori bir teori dillendirilmeye başlandı. Buna göre de, hükümet bilerek konsolosluk görevlilerini teslim etmiş ve böylelikle İD’ne karşı harekete geçmemenin mazeretini üretmişti. Öyle ki Demirtaş bile bunu “herkesin konuştuğu ciddi bir iddia” olarak ifade etti: “Artık herkes şunu düşünüyor. Acaba bu rehinleri Türkiye bilerek mi IŞİD’in eline verdi. IŞİD’in eline bilerek bir koz verip IŞİD’e karşı operasyon yapamaz hale gelmek için mi bunu yaptı. Bu konuda ciddi iddialar ve tartışmalar var.” (http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/isidin_kobani_saldirisi_ve_turkiyenin_kurt_darbogazi-1213812) Ne var ki, rehinlerin serbest bırakılması bunu boşa çıkardı. Zira eğer gerçekten Türkiye rehine krizini kendini planlamış olsaydı, hele İD’ne karşı pozisyon almaya zorlandığı bugünlerde, bu rehinelerin serbest bırakılmasını istemezdi. Bu da tutmayınca, yeni iddialar servis edildi. Kimi Türkiye ile İD arasında “ver rehineleri al Kobani’yi” tarzında bir pazarlığın yapıldığını, kimi de rehinlere karşılık olarak beş tren dolusu silahın İD’ne verildiğini yazdı. Tabii yeni herhangi bir kanıt sunma zahmetine katlanmadan. (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/582385.aspx) Rehineler mevzuunda kanaatim şu: Hükümet’in, Irak’ta gelişmeleri yakından takip etmemesi ve Musul Konsolosluğu’nu zamanında tahliye etmemesi büyük bir hatadır. Bu, Türkiye’nin dış politikada hareket sahasını daraltmıştır. Türkiye, 101 gün boyunca siyasi tepkilerini İD’ne göre ayarlamak durumunda kalmış ve Türkiye’nin dış politikası İD’nin elinde -bir nevi- rehin tutulmuştur. Hükümetin bu hatanın sorumluluğunu üstlenmesi gerekir. Rehinlerin herhangi bir zarar görmeden – müzakereler yoluyla – kurtarılmaları ise büyük bir başarıdır. Müzakere yapılmasında herhangi bir beis yoktur. İD’nin bu noktaya gelmesinde, bazı başat nedenler sayılabilir: İlkin, rehineler nedeniyle Türkiye, İD karşıtı koalisyonda aktif bir tutum takınmamış ve bildiriye imza koymamıştır. Dolayısıyla rehin tutma eylemi İD için beklediği sonucu vermiştir. İkincisi, kendisine karşı uluslararası bir koalisyonun oluşturulduğu ve kendisinin de Kürtlere saldırdığı bir dönemde İD, cephe küçültmeyi düşünmüş olabilir. Çünkü rehinlere zarar verdiği anda Türkiye’nin de İD’ne karşı aktif bir tutumun içine girmesi kaçınılmaz olurdu. Üçüncüsü, Erdoğan’ın sözlerinin akla getirdiği, “takas” ihtimalidir. MİT, İD’nin stratejik bulduğu kişi veya unsurlarla rehineleri takas etmiş olabilir. Tampon bölge İD’nin Kobani saldırısı başladığında bazı AKP’liler “tampon bölge” oluşturulması gerektiğine söylemeye başladılar. Öyle bir hava oluştu ki, sanki Türkiye kendi başına Suriye Kürdistanı’na girecek ve orda bir tampon bölge kuracaktı. PKK, buna sert bir tepki gösterdi. Murat Karayılan, “tampon bölgenin Kürdistan’ı işgal anlamına geleceğini” belirtti ve böyle bir olasılıkta çözüm sürecinin sona ereceğini ifade etti. DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle de, tampon bölge kurulmasının bölgede kanlı bir dönemi başlatacağını ve sürecin bitmesine neden olacağını ifade etti. Türkiye’nin kendi başına bir tampon bölge kurmasını imkân dâhilinde görmüyorum. Türkiye, bu denli büyük riski tek başına üstlenmek istemeyecektir. Bir tampon bölge, ancak uluslararası koalisyonun kararı ve bölgedeki güçlerin buna ikna edilmesiyle mümkün olabilir. Uluslararası koalisyon hâlihazırda böyle bir eğilimi bulunmuyor. Dolayısıyla tampon bölge, şu an itibariyle uzak bir ihtimal. Ancak böyle bir yönelim gelişse ve buna karar verilse, bu takdirde de İD’e karşı cephede savaşan PKK hesaba katılır, onun hassasiyetlerinin dikkate alınır. Yani PKK’yi boğmaya dönük bir tampon bölge oluşturulabilmesi söz konusu değil. ‘Ortak öteki’ Kobani saldırısından sonra Mesud Barzani ve Berham Salih, mealen, Kürtlerin bir varlık-yokluk savaşı verdikleri ve aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakarak ortak düşmana karşı birlikte mücadele etmeleri gerektiği yönünde beyanat verdiler. Salih Müslim, zamanın “birlik zamanı” olduğunu, Barzani’nin açıklamasına çok büyük bir değer verdiklerini ve pratiğe yansımasını umut ettiklerini belirtti. (http://basnews.com/ku/News/Details/Salih-Muslim–Peyama-Barzan–pir-gir-ng—bilind-dinirx-nim/34809) Kürdistan Bölgesel Yönetimi Peşmerge Bakanlığı da, Barzani’nim beyanatından sonra bir peşmerge gücünün hazırlandığını ve emir verilmesi halinde Rojava’ya gitmeye hazır olduklarını açıkladı. Galip Dalay’ın tespit ettiği gibi, İD, bütün Kürtlerin “ortak ötekisi” haline geldi. Tehlikenin büyüklüğü, Kürtlerde ortak bir kamuoyunun oluşmasına ve Kürtlerin ortak tutum almasına zemin teşkil ediyor.

Serbestiyet, 22.09.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et