Ben hangi partiye oy vereceğini bilmeyen kararsız seçmenlerden biriyim. Partilerin seçim kampanyalarını takip ediyorum. Başbakan’ın İstanbul’a yeni bir boğaz projesi beni heyecanlandırmıyor. Ben Adana’da yaşıyorum. Benim ilgimi ancak Adana’ya yapılacak yatırımlar çekebilir.
Beni asıl Kılıçdaroğlu’nun projeleri heyecanlandırıyor.
Seçim kampanyasını takip ettikçe, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu ne usta bir politikacı olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyorum. Uyguladığı propaganda yöntemleriyle rakiplerini şaşkına çevirmiş durumda. En son, kendini müşkül duruma düşürecek bir “a-mail ile torpil” skandalını Başbakan’ın sinirlerini bozarak, kendi lehine çevirmesini bildi. Başbakan Kılıçdaroğlu’na cevap vermeye çalışırken, seçimde aday yapmadığı kabine arkadaşlarını yolsuzlukla suçlama durumuna düşerek, kendi kalesine gol attı.
Mucizevi Bir Ekonomik Çözüm: Aile Sigortası
Genellikle sigorta deyince aklımıza hep prim ödemek geliyor. Yani sigortacılar bize bir şeyler vaat ederek baştan paramızı alıyorlar… CHP’nin “Aile Sigortası” işinde prim ödemek filan yok. Bu işte vermek yok, sadece almak var…
Kılıçdaroğlu, “Prim ödeyecek durumda olsa, zaten yoksul olmaz. Aylık ödemeler Anayasa’nın sosyal devlet ilkesi gereği ödenecektir” diyor. Anayasa’nın 60. maddesi, “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir” diyormuş.
Meğer, ne güzel şeymiş bu sosyal devlet ilkesi. Deniz Baykal bize bunu bir türlü doğru dürüst anlatamamıştı… İyi ki, darbeci generaller Anayasa’nın bu 60. maddesini yazdırmışlar. Keşke, darbeci generaller Anayasa’nın bir maddesine de, “Devlet her vatandaşa her gün baklava börek yedirmek zorundadır”, ya da “Devlet her vatandaşa üniversite diploması vermek, ev vermek, araba vermek, evlendirmek zorundadır” diye de yazdırsaydılar.
Aile sigortası kapsamında yoksul ailelere 600 ile1200 TL arasında destek… Bundan daha güzel ne olabilir! Böylece çocuklarımız diploma peşinde koşmaktan, üniversite için çabalamaktan, iş arama derdinden kurtulacak. Ne yazık ki dünyaya biraz erken gelmişiz; ömrümüz diploma peşinde koşmakla, imtihanlara hazırlanmakla, iş aramakla geçti; hayatımızı doğru dürüst yaşayamadık… Kılıçdaroğlu iktidarını beklemek varmış.
Aile sigortasından yararlananlar “Yeşil kartları” varsa ondan da yararlanmaya devam edeceklermiş. “Aile Sigortası”ndan ekonomik güvence, “Yeşil Kart”tan sağlık güvencesi… Nihayet şu yurdun insanları ömürlerini ekmek parası için tüketmekten kurtulacaklar.
Aile sigortasından kimin yararlandığını da kimse bilmeyecekmiş, sadece devlet bilecekmiş. Hatta Aile Sigortasından yararlanmak için kurulacak “Aile Sigortası Kurumu”na başvurmaya bile gerek olmayacak, Kurum yetkilileri başvuramayan vatandaşları evlerinde bulup gerekli başvuruyu yapmalarını da sağlayacakmış. Böylece yardım alanların onuru korunacak, sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmayacakmış.
Ben başlangıçta bu aile sigortasının önemini kavrayamamıştım. Ancak, Seyfettin Sefettin Gürsel, Asaf Savaş Akat gibi ekonomistlerin bu konudaki düşüncelerini okuyunca işin önemini anlayabildim.
Ülkenin Zenginliklerini Yurttaşlardan Esirgemeyen Bir Parti
Kılıçdaroğlu bir intibak yasası ile emeklilerin maaşını da yükseltecek… Neden olmasın, yasaya konan bir madde ile darphanenin bir miktar para da emekli için basması sağlanamaz mı? Şurada kaç tane emekli var ki, ahir ömürlerinde onların da yüzleri gülsün.
CHP küçük esnafı koruyan bir hipermarket yasası çıkaracak. Bu iyi işte!
Market raflarından elimizle market arabalarını doldururken, kasada ödeyeceğimiz hesabı hiç düşünmüyoruz. Kredi kartıyla da ödeme yaparken sanki bedava alış veriş yapıyormuş gibi rahatız. Bakkal da öyle mi ya; çeşit az, seçme şansımız fazla değil, böylece fazla para harcamaktan kurtuluyoruz. Üstelik bakkala borç yazdırırken de o kadar rahat değiliz. Ama kasaplar konusunda itirazım var. Sürekli bana eti en kötü yerinden veren, evde ağır tenkitlere uğramama sebep olan kasap esnafının koruma dışı bırakılmasını istiyorum.
Esnafa verilen krediler 5 kat artacak… Esnafa Halk Bank’tan düşük faizli kredi… Esnafa % 0 faizli kredi… Esnaf giderlerini vergiden düşecek, kalanı da 5 puan daha aşağıdan ödeyecek… Bağ-Kur’a borcu olan esnaf da sağlık hizmetlerinden yararlanacak, böylece esnaf bağ kur primlerini de ödemekten kurtulacak.
Çiftçinin elektrik borçları silinecek… Çiftçi 4 liralık mazotu, 1,5 liradan alacak…
Üniversite öğrencileri harç bile ödemeyecekler. Öğrenci yurtlarında bedava gibi kalacaklar…
Bütün bunlara rağmen ülkede birileri üretim de yapacak, ülke zenginleşecek. Milli gelir 10 yıl içerisinde 31.500 dolara çıkacak. Böylece İsviçre’nin bugünkü refah seviyesini geçeceğiz. Daha ne isteriz!
CHP, “istisnasız her vatandaşın bu ülkenin zenginliklerinden hak ettiği payı almasını” istiyor. Bazı siyasi partiler zenginliğin kaynağı ülkenin insanlarıdır, insanlar çalışır kazanırsa ülke de zenginleşir, devlet kendiliğinden zenginlik yaratamaz diye tutturmuş gidiyorlar. Bunların amacı belli ki, devletin elindeki zenginlikleri vatandaşa dağıtmadan kendi aralarında paylaşmak.. Hatta, Karl Marx denen birisi, artık değeri, yani serveti, ancak kol işçilerinin yaratabileceğini, diğer bütün servetlerin kol işçilerinin emeğinin sömürüsünden oluştuğunu söylüyor. Kılıçdaroğlu, tarihte ilk defa bu batıl inançları yıkıyor, emekçilerin diğerlerinin yarattığı veya devletin elinde bulundurduğu servetten yararlanarak geçinip gideceğini söylüyor.
Devletimiz zenginse, Doğu da petrol kuyuları, Kuzeyde zengin ormanları, Batıda limanları ve rafineleri, para basan kamu işletmeleri varsa, biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu zenginliklerden payımıza düşeni neden almayalım. Ben Topkapı sarayını gezerken hep, devleti yönetenler neden da şu Kaşıkçı Elmasını satmıyorlar da bizleri sıkıntıya sokuyorlar diye düşünmüşümdür. “Her vatandaş rahat bir nefes almalı. İşte ben buna inanırım” diyen Kılıçdaroğlu’na neden oyumuzu vermeyelim!
Elbette, Kılıçdaroğlu’nun, “Benim adım Kemal ben kaynak bulurum” demesinin bir sebebi vardır. Kim bilir, Devletin nerelerde gömülü hazineleri vardır! Belki de, bu hazinelerin nerelerde gömülü olduğunu “Kırmızı Kitap”ta yazıyordur. Kılıçdaroğlu da muhtemelen bu kitabı okuyan devlet büyüklerimizden biridir; ya da bu sırrı bilen eski cumhurbaşkanlarımızdan biri bunu Kılıçdaroğlu’na söylemiştir.
Kendine Güvenen Bir Lider
Aslında, hiçbir partinin parti içi demokrasi diye bir sorunu yok. Bu, daha çok, partiler dışında siyaset meraklılarının uğraştığı bir konu. Özellikle medyada bu konuyu demokrasinin en önemli sorunu gibi öne sürenlerin de tutarlı değiller. Partilerdeki lider sultasına karşı çıkanların çoğu, CHP’deki iktidar mücadelesinde, açıkça, parti içi demokrasiden yana değil de Kılıçdaroğlu’nun tek söz sahibi olmasından yana oldular. Kılıçdaroğlu artık seçim kampanyasında partinin adını kullanmıyor kendi adını kullanıyor; artık, “biz” de demiyor, “ben” diyor.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bir özgüven sorunu yok… Artık konuşmalarında ve partinin reklamlarında, Kılıçdaroğlu, “Benim adım Kemal, parayı bulacağım dersem bulurum” “Recep Beyi başbakanlıktan indireceğim”, ”Başbakan’ı yüce divana çıkaracağım”, “Ben insanlar arasında fark gözetmem”, “Ben söz verdim mi yaparım”, “Ben hesap soracağım”, “Benim yolsuzluğumu bulamazlar”, “Benim iki oğlum bir kızım var, aralarında fark gözetmem” diyerek konuşuyor. Muhtemelen, Kılıçdaroğlu, CHP isminin aşırı yıprandığını, bu sebeple bu ismin arka plana itilerek, Kılıçdaroğlu isminin partinin isminin yerine geçmesi gerektiğini düşünüyordur. Ki, haklıdır.
Kılıçdaroğlu “hesap uzmanlığı” imtihanını kazanmış bir devlet büyüğümüz. Kılıçdaroğlu, “Benim mesleğim hesap uzmanlığı. Onun girmeye dahi cesaret edemeyeceği sınava girip binlerce kişi arasından seçilen birisiyim. Cesaret edip o sınava dahi giremez. Benim mesleğim hesap uzmanlığı, hesap uzmanlığı yaptım. Gidin, komşularınıza sorun, hesap uzmanlığı nedir? Size diyeceklerdir ‘Dürüst insanların, çalışkan insanların, binlerce kişi arasından seçilen insanların mesleğidir’. Herkesin ama herkesin onur duyacağı bir meslektir. Yoksul insanın karnını nasıl doyuracağını ben bilirim…” diyor. Kılıçdaroğlu haklıdır. Hesap uzmanlığı amatör kümede futbol oynamaya benzemez. İşin içine toplama var, çıkarma var, icabında çarpma var, bölme var…