Kıdemli Gazetecinin Karanlık Terazisi

Kıdemli Gazetecinin Karanlık Terazisi       
Mustafa Erdoğan    
Çarşamba, 02 Aralık 2009 12:04 
Birkaç gün önce kıdemli bir gazeteci “Terazi Karışmasın” başlıklı tuhaf, hatta dudak uçuklatan bir yazı yazdı. Yazar gerçi “Atatürk dönemi”nin kendince dokunulmazlığına sığınarak aslında her zamanki gibi statükoyu savunuyordu. Onun için, bunda şaşılacak bir şey yok. Kaldı ki bu kendi bileceği iş, ona “böyle yapma!” da diyemeyiz. 

Ama işin ona “dur” diyebileceğimiz bir tarafı da var ve bu daha da öenmli. Nitekim, bu kıdemli gazeteci tuhaf bir şekilde bu uyarıyı gazeteci gibi değil de “Devlet sözcüsü” edasıyla yapıyor. Tabii, böyle davranınca da etrafına “Devlet” adına buyruklar savurması da normalleşiyor. Buyrukları özellikle de Başbakana yönelik. Sanki bu iş için özel olarak yetkilendirilmişçesine,  kendinden gayet emin, hatta mütehakkim bir dille ülkenin seçilmiş Başbakanına “haddini bil” diyor. “Haddini bil ve Atatürk dönemini sorgulama!”

Peki yazar Atatürk döneminin kategorik olarak tezkiye edilmesi gerektiği sonucuna nasıl varıyor dersiniz? Şöyle bir akıl yürütmeyle: Türkiye Cumhuriyeti’nin üç dönemi varmış: 1919-1938 dönemi, 1938-1960 dönemi ve nihayet 1961 Anayasasıyla başlayan dönem. İnönü yılları (1938-1950) dahil olmak üzere “Kanun Devleti dönemi” ve “Hukuk Devleti dönemi” olan son iki dönem eleştirilebilir, ama başında Atatürk’ün olduğu “Devrim Devleti Dönemi” (1919-1938) eleştirilemezmiş.

“Devrim Devleti Dönemi”nin neden eleştirilemeyeceğine gelince, yazar ona da çok kolay (!) bir cevap veriyor:  Devrim sürecinin hukukla değil, “aldığı sonuç”la değerlendirilmesi gerekirmiş!

Şu “demokrasi çağı”nda “hür basın”ımızın önde gelen bir temsilcisinin sergilediği dehşetengiz mantığa bakın: Dersim katliamı örneğinde olduğu gibi, “aldığı sonuç” ne kadar gayrı insani, yürek burkucu, vicdan yaralayıcı olursa olsun, bir icraat eğer “Devrim”in hedeflerine hizmet ediyorsa, onu sorgulayamayız. 1919-38 yılları “kanun Devleti dönemi”nden de önce geldiğine göre, devrimciler bırakınız hukuku, “kanun-manun dinlememek”te de mazurdular demek istiyor yazar.

Hakkı, hukuku, demokrasiyi, her şeyi bir yana bıraksak bile, bir insan nasıl bu kadar katı yürekli olabilir? Bu nasıl bir gazeteciliktir böyle?…

“Tek parti dönemi hayranı bu gazetecinin ‘Devlet’ adına konuşma-buyurma yetkisini nereden aldığı bir yana” diyemeyeceğim. Öyle ya, eğer bunu “bir yana” bırakırsak, ne hakla bağımsız gazetecilikten  (“hür basın”dan) ve demokrasiden bahsedebiliriz?… Eğer demokratik bir rejimde yaşıyorsak, birer yurttaş olarak hepimizin bu yazıdan dolayı malum gazeteciyi muaheze etme hakkımız var.

Yoksa yanılıyor muyum?… Devletin adına konuşur gibi yapmak bu yazarın bir “hüsn-i kuruntusu” değil de, sırrına bizim vakıf olamayacağımız gerçek bir “yetkilendirme”ye mi dayanıyor? Eğer öyleyse, Başbakana yönelik bu tehdidi sahici bir “Devlet tehdidi” olarak anlamamız gerek.

Yazar Türkiye’nin demokratik bir devlet olma iddiasını da unutmuş görünüyor. Gerçi pek hatırladığı yoktu ya!… Hadi demokrasi bir yana, sözcülüğüne soyunduğu devletin “muasır medeniyet” hedefini bile acaba neden kale almıyor bu kıdemli gazeteci? Galiba, Türkiye ne “medeni” olsun istiyor, ne de “muasır”…

Peki özel olarak Başbakan neden Atatürk’ün tek-parti yönetimini eleştiremezmiş?… Çünkü, “Başbakan unvanını taşıyan bir kimsenin temel görevi, Başbakan’ı olduğu devletin temel kurumlarını savunmak”mış. Peki neyle ilgili olarak söylüyor bunu? Başbakanın, Dersim  mağdurlarının acılarına empati yapmasıyla ilgili olarak…

Şu akıl yürütmenin sakatlığına bakın: Yazarın “devletin temel kurumu” dediği şey, hiç de bir “kurum” falan değil, bir uygulama. Tek-parti yönetiminin onbinlerce insanın hayatına ve binlerce aile dramına mal olmuş zalimce bir uygulaması. Hem burası “anayasal” bir devlet değil miydi? Nereden çıktı anayasal tanımının dışında bir devlet tasavvurunu referans almak?…

Bana sorarsanız, kıdemli gazetecinin “Terazi Karışmasın” yazısı, “Alçakları Tanıyalım!”dan da daha vahim, daha karanlık bir yazı. Başbakan’a “haddini” bildirirken, kendi haddini çok aşan; ahlâkı, vicdanı, insani olan her şeyi ayaklar altına alan bir yazı bu.

Bu gazetecinin adına konuştuğu Devletin “terazi”si gerçekten böyle bir şeyse; şunu bilelim ki insanca, medeni ve demokratik bir rejim arayışı içindeki Türkiye halkının daha çok -ve zor- işi var demektir.

Taraf, 02.12.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et