Deniz Baykal’ın meşhur skandalını ilk duyduğumda bu konuda hiç yazmak istemedim. Yazılanların çoğuna da katılmadım.
İlk katılmadığım, “nasıl olur da bu görüntüleri yayınlarsınız” diye “Habervaktim”cilere köpüren yazarlar oldu. Evet, insanların mahremiyetine gizlice girip onu ifşa etmek çok çirkindir. Ama siyasi liderler sadece fikirleri ve icraatları değil, hayatlarıyla da topluma örnek olma iddiasındaki insanlardır. Buna aykırı işler yaptıklarında da, dünyanın her yerinde hem “ skandal” hem de “haber” olurlar. ABD Başkanı Bill Clinton’un Monica Lewinsky ile yaşadığı “evlilik dışı ilişki”de olduğu gibi.
Kaldı ki “Baykal olayı”nda sadece “evlilik dışı ilişki” değil aynı zamanda “bu ilişki sayesinde siyasi kariyer” gibi çirkin bir unsur da var. “Olay”ın ortaya çıkışının bir “komplo” olması, “olay”ın kendisindeki bu “gayrı ahlakiliği” örtmeye yetmiyor.
Medyada yer alıp da benim katılmadığım ikinci tip yorumlar ise, varlığı bariz fakat faili meçhul olan bu komployu kestirmeden birilerine yıkma girişimleriydi. Herkes kimi sevmiyorsa onu suçlu ilan eden bir teori üretiverdi. Zaten biz Türkler “ bilgi boşluklarını kanaatlerle doldurma” konusunda nedense fazlasıyla başarılıyız.
Deniz Baykal’ın istifa edeceğini duyduğumda ise, ben de pek çok kişi gibi, “iyi, aferin, doğru olanı yapacak demek ki” dedim.
Gelgelelim Deniz Bey istifasını açıklarken bırakın en ufak bir “mahcubiyet” ve “pişmanlık” ifade etmeyi, olayı bir “siyasi kazanım” haline getirmeye kalktı. “En iyi savunma saldırıdır” mantığıyla hükümete çamur atıp partisini bilemeye çalıştı. Ve dolayısıyla, bırakın “onurluca kenara çekilme”yi, daha güçlü şekilde geri dönmenin zeminini yokladı.
Nitekim daha 24 saat bile geçmeden “halk isterse dönebilirim” demeye başladı!
Bana bu tabloda en öğretici, eğitici ve “ibretlik” gelen ise ne oldu biliyor musunuz?
CHP’lilerin tavrı.
Hepsi bir ağızdan genel başkanlarına sahip çıktı. İstifa kararını duyunca şoke oldular, “ne olur bizi bırakma” diye gözyaşlarına boğuldular. Aralarından bir tanesinin çıkıp da, “yahu, arkadaşlar bu ciddi bir skandaldır, genel başkan sahiden çekilmeli, biz de yeni bir liderle yolumuza devam etmeliyiz” dediğini duymadım.
Bir başka deyişle CHP, muhafazakar partileri eleştirirken dilinden düşürmediği “biat kültürü”nün dik âlâsını sergilemiş oldu. (Aslında “biat” onların anladığı manaya da gelmiyor ya, neyse.)
Türkiye’nin köklü problemlerinden biri de budur zaten: Kendilerini çok “çağdaş” ve “Batılı” sananların çoğu, Batı’nın “eleştirel akıl”, “bireysellik”, “bağımsız düşünce” gibi niteliklerden yoksundur. “Fes”in yerine “şapka” giymekle modernleştiklerini sanmalarında görüldüğü gibi, Batı’nın sadece “yaşam biçimi”ni benimsemiş, ama “zihniyet”ine hiç nüfuz edememişlerdir.
Bu sebeple de (İslam’ın özünde değilse de) Doğu kültüründe yaygın olan “ataerkil” zihniyete, onun doğurduğu “güçlü lider – itaatkâr kitle” modeline sonuna kadar bağlıdırlar.
Atatürk’ü sorgulanamaz ve eleştirilemez bir “ulu önder” haline getirmeleri de bundandır. “Biat kültürü”nü ortadan kaldırmamış, sadece “biat makamı”nı değiştirmişlerdir.
Sanatçı Lale Mansur, dün Yeni Asya’da yayınlanan söyleşisinde bu zihniyetin sahiplerine “Kemalperestler” diyordu. Hoşuma gitti.
Ancak anlaşılan Kemalperestlerin bir kısmı aynı zamanda “Baykalperest” de olmuş durumdalar. Deniz Bey’e “kayıtsız-şartsız itaat ve bağlılık” halindeler.
Galiba o da bunu tepe tepe kullanıyor ve “muhteşem” dönüşünün yollarını döşüyor şu ara.
Star, 12.05.2010