Danıştay ile YÖK arasındaki “katsayı” çekişmesi, ikincisinin son hamlesiyle yeni bir aşamaya geldi. Umarım bu “çözüm” işe yarar da düpedüz “ayrımcılık” anlamına gelen “katsayı farkı” en azından pratikte ortadan kalkmış olur.
Benim bu meselede en ilginç bulduğum ise, işin zihniyet tarafı.
Hepimiz bal gibi biliyoruz ki, Danıştay’ın “katsayı farkı” ısrarının altında imam-hatip liselerine alerji, onun da altında “devlet ideolojisi” olan Kemalizm yatıyor.
Yüksek yargı ile devlet ideolojisi arasındaki bu ilişki, zaten öyle gizli-saklı bir şey de değil. AK Parti’ye yönelik kapatma davasından tanıdığımız Yargıtay Başsavcısı, kendi görevleri arasında “ Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, Atatürk devrimlerini… cumhuriyetin tüm değerlerini korumak” gibi amaçlar olduğunu iftiharla belirtiyor.
Peki bu işte bir gariplik var mı?
Eğer “Cumhuriyet değerleri”nden başka hiçbir şey bilmesek, “yok canım, nesi garip, yargı devleti korumasın da neyi korusun” diyebiliriz.
Oysa “evrensel hukuk” diye bir şey var ki, ona göre hukukun temel amacı “bireyi korumak”, hatta gerektiğinde “bireyi devletten korumak”. “Avrupa normları”nı bilenler, bunu iyi biliyor.
Daha az bilinen bir gerçek ise şu: “bireyi devletten korumak” aynı zamanda “şeriat”ın da temel bir ilkesi.
Şeriat ezberini bozalım
Evet, gelin şeriat hakkında biraz ezber bozalım. Bu kavramı duyunca çoğumuzun aklımıza kadın taşlamak, kafa-kol kesmek gibi Taliban modeli vahşilikler geliyor. Oysa bunlar, aslında değişime açık olan şeriatın Ortaçağ’da donmuş bir takım detayları. Bu detayların “ tarihsel”, ancak şeriatın temel ilkelerinin “evrensel” olduğunu savunan ilahiyatçılar var.
Şeriatın evrensel ilkelerinden biri ise, Allah’ın kullarına haklar bahşettiği ve bunların devlet dahil hiç kimse tarafından çiğnenemeyeceği fikri.
Bu gerçeğin altını çizen uzmanlardan biri, İsrailli tarihçi Haim Gerber. Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nde İslam tarihi profesörü olan Gerber, “İslam Hukuku ve Kültürü” adlı eserinde Osmanlı hukuk sistemini detaylarıyla inceliyor, kadı ve müftülerin adaleti korumak için gerektiğinde siyasi otoriteye karşı çıktığına dair pek çok örnek veriyor.
Mesela 17. Yüzyılda Filistin’deki Lüd kentine çok sayıda köylü göç edince, kentin yöneticisi bunları zorla geri göndermek istemiş. Müftü Hayreddin El Ramli efendi ise buna engel olarak şu fetvayı vermiş:
“Onları kendi iradeleri ile yerleşip alıştıkları bir yerden sürmek caiz değildir… Mümin, kendi nefsinin efendisidir; istediği diyarda yaşar, istediği şehre yerleşir.” (Islamic Law and Culture, s. 65)
Bir buna bakın, bir de bizim Cumhuriyet’in “zorunlu iskan”larına, “tenkil”lerine…
Devlet mi üstün, birey mi?
Haim Gerber kitabında buna benzer başka örnekler de veriyor ve sonuçta Osmanlı şeriatına dair şu tespitte bulunuyor:
“Devletin hakları ile bireyin hakları çeliştiği noktada, ikincisi daha üstün tutulmaktadır.” (Age, s. 65)
Böyle olması da normaldir. Çünkü şeriata göre hukuk, devlete hizmet için var değildir. Tam tersine, devlet hukuka hizmet için var olmalıdır.
Tüm bunları aktarmakla, Osmanlı kanunlarının içeriğinin bir bütün olarak Cumhuriyet’inkinden daha iyi olduğunu söylüyor değilim kuşkusuz. İkincisinin kadın hakları konusundaki “kazanım”ları, örneğin, ortada. Sırf “zamanın ruhu” sayesinde elde edilmiş pek çok tabii “ilerleme” de var.
Fakat hukuk sisteminin birincil amacına bakınca, bunun Osmanlı şeriatında “adaleti korumak,” Cumhuriyet hukukunda ise “devleti korumak” olduğu ortaya çıkıyor.
Ne dersiniz, sizce hangisi daha erdemli?
Star, 21.12.2009