KCK, liberaller ve muhafazakârlar

KCK soruşturması çerçevesindeki tartışmalar, Türkiye’de kabaca “liberaller” ve “muhafazakârlar” denen kesimler arasında bir süredir açılan makası biraz daha genişletti. Hatta, Zaman’ın kıdemli yazarı Hüseyin Gülerce’nin tabiriyle, bir “yol ayrımı”na bile gelindi.  

Peki durum gerçekten böyle mi? Ve öyleyse, bu “yol ayrımı”nın hangi tarafı daha haklı?

İlk sorudan başlayalım. Bence durum tam olarak öyle değil, çünkü, evvela, Türkiye’de kendilerine sehven “liberal” denen seslerin epey bir kısmı aslında liberal değil; “reforme edilmiş solcu”.

Bu solculuk, onları Kemalist devletin otoriterliğine karşı dirençli kılmış, muhafazakarlar ile aralarındaki yakınlaşma da buradan ortaya çıkmıştı. Ancak aynı solcuların çoğu, devlet zulmüne karşı gösterdikleri direnci, devlet-karşıtı grupların zulmüne karşı göstermiyor. Daha Türkçesi, PKK’ya ve onun siyasi uzantılarına karşı fazlaca anlayışlı ve hoşgörülüler.

Hangi liberaller?

Bu problem, son dönemde, kendisi de eski bir solcu olan, ama solun tüm sorunlarını dürüstçe ve bilgece masaya yatıran Prof. Halil Berktay tarafından ısrarla irdeleniyor. Berktay Hoca, Taraf’taki yazılarında, solun “Üçüncü Dünya ‘devrimci’ örgütlerinin şiddete dayalı tahakküm ve hegemonya biçimlerini görmek istemeyişi”ni analiz edip yeriyor. PKK’ya ve onun “dış cephe”si niteliğindeki KCK ve hatta BDP’ye niçin mesafeli olduğunu da izah ediyor. (Bakınız, mesela, “Soran olmadı ama, hayır, ben BDP’de ders vermek istemiyorum” başlıklı yazısı.)

Yine sol kökenli olup bugün gerçek bir liberal olan Orhan Kemal Cengiz’in Radikal’deki “Sol, PKK, şiddet” başlıklı yazısı da kayda değer. “Bir adam karısına bir tokat atsa ortalığı ayağa kaldıracak kalem erbapları”nın “bir tek satır olsun PKK eleştirisi” yapmayışının tuhaflığını vurguluyor Cengiz. “PKK’yı, kendilerini AKP’den kurtaracak tek güç olarak görenlerin” de ipliğini pazara çıkarıyor.

Bunlar, sahiden de “liberal” sesler. Çünkü liberalizm, Marksist solun aksine, siyasi şiddetin her türlüsünü reddeder ve siyasi güçlerin tümünü hukukla sınırlamak ister.

Hangi muhafazakârlar?

Gelgelelim, bu gerçek liberal tutumun, KCK soruşturmasının tümüne değilse de aşırılıklarına karşı çıkması, hele de “muhafazakâr” basının bir kısmındaki 28 Şubatvari “linç” havasına tepki göstermesi kaçınılmaz.

Buradaki ölçüyü, bir başka gerçek liberal olan Gülay Göktürk iyi izah etti. “KCK davasının iddianamesi sağlam bir terör davası olduğunu; ortada son derece tehlikeli illegal bir örgüt bulunduğunu… ama davanın yürütülüş sürecinde (Terörle Mücadele Kanunu’nun da zaafından kaynaklanan) hatalar yapıldığını; terör tanımının çok geniş tutulduğunu… yani sapla samanın birbirine karıştırıldığını” belirtti.

Ben de öyle düşünüyorum. Dahası, Göktürk’ün milliyetçi-muhafazakâr kamuoyuna yönelttiği “siyaseten yanlış bulduğunu hukuken de suç sanmak” eleştirisine de katılıyorum.

Örneğin, Prof. Büşra Ersanlı’nın BDP’nin Siyaset Akademisi’nde ders vermesi siyaseten eleştirilebilir. (Lenin’in “faydalı aptallar” kategorisine bile bağlanabilir.) Ama eğer Ersanlı, “gidin, terör eylemi yapın” demediyse, hukuken suçlanamaz. İddia edildiği gibi “Türkiye’de halk nasıl ayaklandırılır” dersleri verdiyse dahi, eğer bunu “sivil itaatsizlik” düzeyinde tarif ettiyse, ortada evrensel anlamda suç yok demektir.

İşin kötü tarafı, bu nüansları görmeyen, kabul etmeyen, aksine Kemalizmin eskiden kendilerine karşı kullandığı otoriter devlet araçlarını bugün başkalarına karşı kullanmak isteyen kimi “muhafazakâr” kalemlerin olması.

Bu kalemlerin, tüm bu hengamede ısrarla hukukun üstünlüğünü savunarak muhafazakarlığın vicdanını seslendiren Bülent Arınç’a bile kızıp sataşmaları, hiç hayra alamet değil.

Çarşamba devam edelim.

 

Star, 14.11.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et