Şeytan kavramının ve inancının yalnızca klasik dinlerde var olduğunu sanmak büyük bir yanılgı. Dinî inancı olsun olmasın birçok kimsenin kendine göre bir şeytanı var. Bütün kötülüklerin kaynağı o. İnsanları yanıltan ve yanlışlara sevk eden o. Zulmün, adâletsizliğin, haksızlığın müsebbibi o. Klasik dinlerde cennete ulaşılmasını veya dinlerin öbür dünyada vaat ettiği cennetin seküler – rasyonalist yaklaşımlar tarafından yeryüzüne indirilmesini engelleyen o. Kısaca, müminler yanında bir dine inanmayanlar veya dine hayatlarında, düşünce dünyalarında birinci derecede önemli yer vermeyen bazı ‘seküler’ kişiler de kendi şeytanlarına inanmakta ve değişik tarz ve usullerde şeytan taşlamakta.
Solcu aydınların birçoğunun şeytanı “kapitalizm” adını verdikleri şey. Bazı sağcı ve İslamcı aydınlar da kapitalizmi ‘şeytanî’ bir şey olarak görmekte, ama kapitalizmi asıl şeytanlaştıranlar ve onun yok edilmesiyle yeryüzü cennetinin kurulacağına inananlar sosyalistler. En başta da Marx. Türkiye’de de buna inananları bulmak çok kolay. Sıradan bir-iki örnek vereyim. Şu sıralarda Radikal’de haftada bir yazan senarist Ercan Kesal, Film Arası Dergisi’nin düzenlediği bir söyleşide şöyle demiş: “Kapitalizmin içindeki hiçbir şey saf değildir. Şeytan düzenidir kapitalizm. Kültür alınır satılır bir şey olmamalıdır. Bir filmin çekilebilmesi için ihtiyaç duyulan son şey paradır…” Aynı gazetede televizyon programları hakkında yazılar yazan Tayfun Atay ise: “Kapitalizmi tarihe gömmedikçe yoksulluk tarih olmaz…” iddiasında. Kim tutar kapitalizm karşıtlarını…
Şeytanı insanın hatalarının sorumlusu olarak görmek inananları nasıl rahatlatıyorsa her türlü beşerî problemden kapitalizmi sorumlu tutmak da anti-kapitalist aydınları rahatlatıyor. Böylece bakışları “batsın bu kapitalizm, bitsin bu kâbus” yaklaşımına dönüşüyor. Böylece bilgi, akıl, muhakeme ve somut delil üzerinden analizler yapılmıyor; inançlar, korkular, hurafeler üzerinden hükümler veriliyor. Zaten başka türlü olması da imkânsız. Kapitalizm eleştirilerinde kullanılan yöntem çoğu zaman hem düşünme hem bilimsel araştırma mantığına aykırı. Meselâ, “Afrika’da 1 milyar insanın içme suyu yok, AB’de kapitalist düzen var.” derseniz, popüler anti-kapitalist kültür içinde yaşayan ortalama aydınlar bundan Afrika’daki su kıtlığının sebebinin – AB’nin ne kadar kapitalist olduğu bir yana- AB olduğu sonucunu çıkarır. Oysa, iki şeyin aynı yerde ve zamanda var olması aralarında bir sebep-sonuç ilişkisi olduğunu göstermez. İspatlanmadıkça böyle bir nedensellik ilişkisinin var olduğu kabul edilemez ve bu yüzden onun üzerine bina edilen her yorum anlamsız olur.
Liberal kapitalizm fakirliğin kaynağı değil ilacıdır. Fakirlik kapitalizmin doğmasıyla doğmadı, zaten vardı, adeta insanın kaderiydi. Kapitalizm fakirliği yer yer çözdü, yer yer geriletti. 1800’de dünya nüfusunun % 80’i ( 2000 dolarıyla) günde bir dolardan az gelirle yaşıyordu; şimdi bu oran % 15’in altında. Bugün ortalama bir insan 1800’deki insandan yaklaşık 30 kat daha varlıklı. Bu nasıl oldu? Cevap net: Kapitalizm sayesinde. Dolayısıyla, fakirliğin çözümü daha az değil daha çok kapitalizmden geçiyor. Buna karşılık, devletçi ekonomik modeller, meselâ sosyalist planlamalı ekonomiler, toplumları açlığa, sefalete sürüklüyor.
Sanatçıyım diye böbürlenenlerin kapitalizm karşıtlığı da az karşılaşılmayan ama naif ve mantıksız bir tavır. Kapitalizm sanatın ve sanatçının asıl dostu. Kapitalizm, sebep olduğu zenginlikle geçmişte çoğu zaman ya aç gezen ya da asillerin ve kralların ianelerine bağımlı olan sanatçıları, eserleriyle hayatlarını kazanma seviyesine yükselterek, daha mutlu ve onurlu hayat sürme imkânına kavuşturdu. Sanat ürünlerini ticarileştirerek hem sanatçıların eserleriyle ulaşabildikleri insanların sayısını akıl almaz derecede artırdı hem de sanatı imtiyazlı sınıfların özel tüketim alanı olmaktan çıkartıp sıradan insanlar tarafından ulaşılabilir kıldı. Aklı başında bir sanatçının, kapitalizme, küfretmek bir yana, müteşekkir olması gerekir.
Solcu ve sağcı devletçi aydınlar niçin kapitalizmden nefret ediyor? Sanırım bu soruya verilebilecek cevaplar var. İlk olarak, kapitalizmi bilmiyorlar, çünkü onu gözlemlemeyi beceremedikleri gibi kitabî bilgilerini de sadece anti-kapitalist düşünür ve yazarlardan alıyorlar. Sadece Marx’ı okuyarak kapitalizm anlaşılamaz. Sorsam kendilerine, bir tek kapitalist yazar okumadıkları ortaya çıkar. Sıradan insanların niye yaptıkları şeyi yaptıklarını, yani kapitalist davranış kodları içinde olduğunu da anlayamıyorlar. Zaten asıl çabaları anlamaya çalışmak değil; yargısız infaz etmek. İkinci olarak, toplumsal düzenin ortaya çıkışında aklın yerini ve sınırlarını kavrayamıyorlar. Aklı, özellikle kendi akıllarını fazla önemsiyorlar. Herkesin akıl sahibi olduğunu unutup herkese akıl vermeye kalkışıyorlar. Başka bir deyişle aklı da kendilerini de abartıyorlar. Mükemmel bir toplumsal düzen kurulabileceğini ve bunu da yalnızca kendilerinin yapabileceğini zannediyorlar.
Kapitalizm karşıtlarına daha dengeli bir görüş oluşturmalarına yardımcı olabilir düşüncesiyle (daha doğrusu umuduyla) bir-iki kaynak tavsiye edeyim. Hayek’in (Liberal Düşünce’de yayımlanan) ‘Entellektüeller ve Sosyalizm’ adlı makalesi iyi bir başlangıç teşkil edebilir. Mises’in Liberte Yayınları tarafından basılan Anti-Kapitalist Zihniyet adlı kitapçığı da çok yararlı olur. Son olarak Alan S. Kahan’ın Mind vs. Money: The War Between Intellectuals and Capitalism (Akıl vs. Para: Entellektüeller ve Kapitalizm Arasındaki Savaş) (2010) adlı kitabı da anti-kapitalizm virüsünden kurtulmaya katkı sağlayabilir. Tabiî cesareti ve feraseti olanlar için…